Kimseden korkmadan, lafı evirip çevirmeden açıkça, itiraf edelim: Atatürk'ün, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında attığı adımların temel amacı, "dinsel" nitelikli HANEDAN HUKUKU yerine, "laik" nitelikli ÇAĞDAŞ HUKUKU yerleştirmekti:
1919'da Amasya Genelgesi'nde, "Milletin bağımsızlığıını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" kararı,
1919'da Erzurum Kongresi'nde, "Milli iradeyi etkin, milli kuvvetleri hakim kılmak esastır" kararı,
1919'da Sivas Kongresi'nde, "Milletin temsilcilerinden oluşan bir heyet oluşturulmalıdır ve Meclisi Mebusan açılmalıdır" kararı,
TBMM'de 24 Nisan 1920'de alınan, "Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur" kararı,
1921 Anayasası'ndaki, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" kararı,
1921'de, Saltanatın kaldırılması,
1923'te Cumhuriyetin ilan edilmesi,
1923'te Halk Fırkası'nın kurulması,
1924 Anayası'nın kabul edilmesi,
1924'te Halifeliğin kaldırılması,
1926'da Türk Medeni Kanunu'nun kabulu,
1930'da ve 1934'de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması,
1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması...
Atatürk'ün yüzyılın başındaki bütün bu adımları "kişi otoritesine" dayanan ve "dinden beslenen" ŞERİAT HUKUKU'NU ortadan kaldırarak, "milli egemenliğe dayanan" ve "bireyin özgür iradesinden beslenen" ÇAĞDAŞ HUKUKU egemen kılmıştır....
Atatürk'ün temellerini attığı Türk Çağdaş Hukuk Sistemi, zaman içinde örgütlenmesini tamalayarak kurumsallaşmıştır....
ŞERİATÇI KAFA ÇAĞDAŞ HUKUKLA KAVGALIDIR
Ancak, KARŞI DEVRİMCİ "ŞERATÇI" KAFA hep çağdaş hukukla kavgalı olmuş; fırsat bulduğunda bu hukuk sistemini yıkmanın hesaplarını yapmıştır. Türkiye'nin son elli yıllık tarihi "çağdaş hukukun ırzına geçmek isteyen" Karşı Devrimcilerin "ayak oyunlarıyla" doludur...
1950-1960 arasında DP'nin attığı ilk Karşı Devrimci adımların odağında hep çağdaş hukuk vardır: Tahkikat Komisyonları, muhalefetin susturulması, basına uygulanan sansür vb girişimler...
İşin ilginç yanı, "demokrasiye" darbe vuran DP'nin "Yeter söz milletindir!" propagandasıyla "demokrasi havariliğine" soyunması ve bu süreçte ısrarla, CHP'nin tek parti dönemindeki uygulamalarının "anti demokratik" olduğunu vurgulamasıdır.
Yaygın çarpıtmanın aksine, 27 Mayıs 1960 Darbesi (İhtilali), DP döneminde palazlanan "anti demokratik" yapıyı kıran bir anayasa hazırlanmasına (1961 Anayasası) yol açarak, Karşı Devrimcilerin ÇAĞDAŞ HUKUKA vurdukları darbeyi biraz olsun etkisiz hale getirmiştir.
1960 sonrasındaki "sağ iktidarlar" da genel anlamda ÇAĞDAŞ HUKUKLA kavgalı olmuşlar, çağdaş hukukun vazgeçilmezlerinden, ulusal egemenlik, laiklik ve demokrasiyi "işlerine geldiği gibi" yorumlamışlar ve istismar etmişlerdir. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi siyasilerin ÇAĞDAŞ HUKUK'tan ne anladıkları ortadadır!
12 EYLÜLÜN YARATTIĞI DİNCİ İKTİDARLAR
12 Mart 1970 ve 12 Eylül 1980 Darbeleri ne amaçla yapılmış olursa olsun, Türkiye'de en büyük darbeyi ÇAĞDAŞ HUKUKA vurmuştur. Özellikle 12 Eylül sonrasında, demokratik solun susturulması, Atatürkçülük adı altında Atatürk devrimlerinin altının oyulması sürecinde "siyasal İslamın" ve "cemaatçiliğin" önünün açılması, ŞERİAT HUKUKU özlemlerini yeniden azdırmıştır... 12 Eylül sonrasındaki, "dinci iktidarlar" döneminde ÇAĞDAŞ HUKUK büyük darbeler almıştır:
Mevlid Kandili varken, bir de Kutlu Doğum Haftası'nın kutlanmaya başlanması,
İstanbul'un Fethi'nin, karşı devrimcilerin gövde gösterisi haline dönüştürülmesi,
Kandil fetişizminin başlaması,
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına alternatif, Fethullah'ın Türkçe Olimpiyatları'nın çıkarılması,
Türkiye'nin çok ciddi sorunları bir kenarda dururken, yıllarca başörtüsü sorunun gündemde tutulması,
Fetthullah Cemaati'nin, devletin tüm önemli kurumları gibi "yargıyı" da ele geçirmek için örgütlenmesi...
Bütün bunlar, 12 Eyllül'ün getirdİklerinden sadece birkaçıdır.... Bütün bu adımların arka planında, ŞERİAT HUKUKUNA duyulan özlem yatmaktadır....
Ayrıca bütün bu adımlara dikkat edilecek olursa Karşı Devrimci süreçte hep yüce dinimiz İslam kullanılmış, samimi halkımız ALLAH İLE ALDATILMAK İSTENMİŞTİR.
TARİH ÖZÜRLÜ OLMAK
Kuşkusuz ki bu "cehaletle" ve "din sömürüsüyle" beslenen boş bir özlemdir. Bilindiği gibi dinsel temelli Osmanlı İmparatorluğu'nda bile tam anlamıyla bir şeriat hukuku hiçbir zaman uygulanamamıştır. Osmanlı'da dinsel temelli şeri hukuk yanında, gelenek ve göreneklerden beslenen örfi hukuk her zaman daha ön planda olmuş, dahası 19. yüzyılda bu da yetmemiş, Osmanlılar bile şeri hukuk dışında MECELLE adı verilen bir hukuk hazırlayarak, çağdaş hukuka geçmek için adım atmışlardır. Ayrıca, Osmanlı'da 1839 Tanzimat Fermanı sonrasında şeri hukukun alanı hep daralırken çağdaş hukukun alanı her geçen gün daha fazla artmıştır. Çağın gelişim ve değişimi Osmanlıyı buna zorlamıştır...
Ancak, bütün bu tarihsel gerçeklere karşın, ÖRÜMCEK KAFALI YOBAZ ZİHNİYET, bıkıp usanmadan ŞERİAT diye tutturmuştur...
AKP: KARŞI DEVRİMİN SON HALKASI
Karşı Devriminin son halkasını tamamlak amacıyla Türkiye'nin başına gelen AKP'nin temel misyonu ÇAĞDAŞ HUKUKU ortadan kaldırmaktır...Çünkü, çağdaş hukuk varoldukça Karşı Devrim'in gerçekleşmesi olanaksızdır... Bu nedenle hukukun ele geçirilmesi gerekir.
12 Eylül sonrasında Türkiye'ye çöreklenen Fethullah Cemaati'nin de temel misyonu çağdaş hukuku etkisizleştirmektir. Bunun için de sessiz ve derinden Fethullahçılar çağdaş hukuk kurumlarına sızmışlardır. AKP de 8 yıldır hukuktaki bu çatlağı daha da derinleştirecek politikalar izlemiştir.
İşte bu 8 yıl içinde (2002-2010) kelimenin tam anlamıyla HUKUKUN IRZINA GEÇİLMİŞTİR:
Delili olmayan Ergenekon davasının başlatılması; karga tulumba tutuklanan aydınların, askerlerin, gazetecilerin, aylarca tutuklu bir şekilde yargılanmayı bekletilmesi,
Çağdaş Hukuka aykırı kanunların karşısına dikilen Anayasa Mahkemesi'nin etkisizleştirilmeye çalışılması,
Çağdaş Hukuku savunan Cumhuriyet Savcılarının tutuklanması, (İlhan Cihaner)
Yandaş kişi ve kurumlarla ilgili davaların geçiştirilmesi veya geciktirilmesi,(Deniz Feneri)
Adalet Bakanlığı'nın hakim ve savcılara müdahale etmesi,(İlhan Cihaner Olayında)
En kilit noktalardaki hakim ve savcıların "birilerince" dinlenmesi,
İktidarın kişisel amaçlar için "özel yasalar" çıkarması,
En önemli davaların, neyi-diği belirsiz "gizli tanıkların" ifadeleriyle yönlendirilmesi,
Bir rapörtörün, (Osman Can) Hükümetin, Anayasa Mahkemesi'nin alacağı karara uymaması gerektiğini söyleyebilmesi,
"Terör örgütüne üye olmak" suçundan yargılanan bir tutukluya (Prof. Mehmet Haberal) sorulan 182 sorudan hiçbirinin "terör örgütüne üye olmakla ilgili olmaması" ve bu tutuklunun, defalarca yaptığı tahliye talebini "hiçbir gerekçe göstermeden" reddeden 9 hakim hakkında açtığı davayı kazanarak söz konusu hakimleri tazminat ödemeye mahkum etmesi....
Prof. Haberal'ın, kendisini haksız yere tahliye etmeyen hakimleri mahkum ettirmesine kızan Başbakan Recep Bey, "Yargıya güvenim kalmadı..." diyebiliyor: Yani Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, işine gelmeyen yargı kararlarına tahammül edemiyor....
Türkiye'de AKP iktidarının son yıllarında yaşanan bu gelişmeler, TÜRKİYE'NİN DEMOKRATİKLEŞTİĞİNİ mi, yoksa, Türkiye'de ÇAĞDAŞ HUKUKUN IRZINA GEÇİLDİĞİNİ mi göstermektedir?
Elinizi vicdanınıza koyup bu soruya siz cevap verin!