Yaklaşık on yıldır, Atatürk ve Yakın dönem Cumhuriyet Tarihi üzerinde çalışan ve bugüne kadar Atatürk ve Cumhuriyet Tarihi konulu 7 adet kitabı yayınlanmış olan bir araştırmacı yazarım.
1997 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalında Yüksek Lisans yapmaya başladım. Atatürk’ün "din anlayışını" ortaya koyan tez çalışmam tez hocam Prof Cezmi Eraslan tarafından “sakıncalı” bulunarak jüriye girmeden reddedildi. Ben o zaman hocamı zor durumda bırakmamak için hocamın kararına saygı duyarak, sessiz kaldım ve tabii ki tez veremediğim için okuldan atıldım.
Fakat ben hazırladığım teze güveniyordum. Üzerinde daha üniversite yıllarında çalışmaya başlamıştım ve o güne kadar Türkiye’de Atatürk ve din konusunda bilinmeyen pek çok belge ve bulguya yer verdiğim “sakıncalı” tezimi kitap olarak bastırmaya karar verdim ve çalışmam “Bir Ömrün Öteki Hikayesi, Atatürk, Modernizm Din ve Allah,” adı altında 2002 yılında Toplumsal Dönüşüm Yayınlarından çıktı. Çalışmamda özetle, Atatürk’ün samimi bir inanan olduğu, hurafeye ve bağnazlığa karşı mücadele ettiği belgelerle anlatılıyor, ayrıca Atatürk’ün “dinsiz” olduğunu iddia eden "Atatürk düşmanlarının" yalanları yine belgelerle çürütülüyordu. Kitap kamuoyunda çok büyük bir ilgiyle karşılandı ve yeni baskılar yaptı. Yurt içinden ve yurt dışından kitap konusunda pek çok mektup, telefon ve elektronik posta aldım. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi birçok akademisyen kitabıma atıflarda bulundu. Atatürk’e “dinsiz” denilerek en çok saldırılan bir dönemde Atatürk’ün, ona "dinsiz" diyen yalancı yobazlardan çok daha samimi bir din anlayışı olduğunu ortaya koymam, gerçek Atatürkçüleri mutlu ederken Atatürk düşmanı gerici zihniyeti çok rahatsız etmişti.
Aradan 4-5 yıl geçti. 2005 yılında çıkan üniversite affı kapsamında Yüksek Lisansımı tamamlamak için yeniden üniversiteye başvurdum. Başvurum kabul edildi ve yeni bir tez hazırlamak için yine eski tez hocam Prof. Dr. Cezmi Eraslan’a gittim. Bu sefer Atatürk’ün Tarih ve Antropoloji Çalışmaları Üzerinde çalışmak istediğimi söyledim. Hocam tez konusunu uygun buldu ve ben zaten daha önceden başladığım araştırmaları derinleştirdim ve hocamla görüşerek onun da yönlendirmeleriyle 2006 yılı sonunda tezimi tamamladım.
İşte ne olduysa 19.01.2007 tarihinde tezimi savunmak için girdiğim beş kişilik jüride oldu.
Söz konusu jüride, tez danışman hocam Prof. Dr. Cezmi Eraslan, Prof. Dr. Ali Arslan, Doç. Dr. Halil Bal, Yard. Doç. Arzu Terzi (İstanbul Üniversitesi) ve Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu (Marmara Ü.) yer aldı.
İşte beni şaşırtan ve ülkem adına üzen garip olaylar bu jüride yaşandı.
Ben jürinin “Atatürk’ün Tarih ve Antropoloji Çalışmaları” konulu tezimi değerlendireceğini düşünürken birden bire Atatürk konulu piyasadaki kitaplarımın masanın üzerinde yığılı olduğunu gördüm. İlk sözü alan Prof.Dr. Ali Arslan, “Önce senin yazdığın şu kitapları değerlendirelim, eleştirelim, Sonra teze geçeriz...” dedi. Ben de kendisine sevinerek “Çok iyi olur, böylece ben de eksiklerimi anlar, ona göre düzeltirim...” yanıtını verdim ve Ali Arslan’ı dinlemeye başladım.
BİR CUMHURİYET TARİHİ PROFESÖRÜ'NÜN HEZEYANLARI
Prof. Dr. Ali Arslan’ın ilk eleştirdiği kitabım, yukarıda kısaca yayınlanış öyküsünü anlattığım “Bir Ömrün Öteki Hikayesi, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah” adlı kitaptı. Ben merakla eleştiri ve değerlendirmeleri beklerken Arslan daha önceden sayfa aralarına koyduğu kağıtları çıkarak konuşmaya başladı.
Ali Arslan, söz konusu kitabımın 36. sayfasını açarak şu cümleleri okudu: “Küçük Mustafa’ya bir Arap dadı bakıyordu. Arap dadı Mustafa’nın beşiğini sallarken, bir taraftan da kulağına Bizans, Slav ve Türk melodilerini fısıldıyordu. Bu türküler ömrü boyunca Mustafa’nın hafızasından silinmeyecekti.” Cümle bitince bana dönerek, aşağılayan bir yüz ifadesiyle “Hani bunların kaynağı, bu ne biçim uslup...” dedi. Ben hemen kendisine “Hocam dipnota bakın kaynak yazıyor. Lord. Kinross’un Atatürk kitabı olacak...” karşılığını verdim. Kendisi, öfkeyle dipnota bakınca gerçekten, L. Kinross, s.22 yazdığını görünce bu sefer de “ L. Kinross ajanın biridir, neden onu kaynak olarak kullandın?” dedi. Ben de kendisine “Hocam L. Kinross’un yazdığı Atatürk kitabı yabancı Atatürk kitapları içinde en kapsamlı ve en çok kullanılanıdır” diyerek kendimi savunma yoluna gidince Ali Arslan bu sefer de Arap dadı neden Mustafa’ nın kulağına Bizans, Slav, Türk melodileri fısıldıyor da Arap melodileri fısıldamıyor?” diye sordu. Ben de kendisine. “Bilmiyorum, ama ne fark eder ki dedim” Ayrıca şöyle devam ettim: “Selanik Osmanlı İmparatorluğu’nun en karışık kentlerinden biri, Türkler, Rumlar ve Yahudilerin iç içe yaşadıkları bir şehirdi. Bu nedenle dadının bu melodileri fısıldaması gayet normal” dedim. Bu sırada odadaki diğer jüri üyelerinin bu sohbete müdahale etmeden dinlemeleri dikkatimi çekmişti. Bu sırada yanımda oturan Yard. Doç Arzu Terzi, bana hitaben, “sanki oradaymış gibi yazmış...” dedi alaylı bir ifadeyle. Bunun üzerine ben, “Bu üslubu bilerek seçtiğimi, böylece okuyucunun kitabı daha kolay okuyacağını” söyledim. Ali Arslan buna da itiraz etti.
Ben Atatürk konusunda bazı bilinmeyenlerin olduğunu anlatabilmek için ve bu sohbetin anlamsızlığını ortaya koymak için, “Atatürk’ün ailesinin Selanik’te oturduğu ev kiraydı.” dedim. Bunun üzerine Arzu Hanım, “Konumuz bu değil, Atatürk’ün kulağına fısıldanan melodiler...” dedi. Daha sonra Ali Arslan ikinci eleştiri noktasına geçti. Kitabımın 34. sayfasından başlayan Ali Rıza Efendi bölümünü açtı ve birkaç cümle okudu: “Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi’nin dedeleri Konya Karaman ya da Aydın Söke’den göçürülerek önce Vidin, daha sonra da Serez’e gelmişler. III.Selim’in Nizam-ı Cedid düzenlemeleri döneminde, 1827 Osmanlı Rus Savaşı’nın yenilgisiyle meydan gelen otorite boşluğundan yararlanarak Selanik’e yerleşmişlerdi.…Ayrıca Mustafa Kemal’in dedesinin adındaki “Kırmızı” lakabı genellikle Alevi- Bektaşi geleneğine özgüydü....” Arslan bu cümleleri öfkeli bir ses tonuyla okuyarak, altın bulmuş gibi jüri üyelerinin gözlerine baktı. Bu sırada ben dayanamadım ve “Bu okuduklarınızın tamamı doğru demim. Atatürk’ün baba soyu Konya Karamanlıydı ve Alevi Bektaşi İslam anlayışından etkilenmişti. Hepsinin kaynağı vardır.“ Bu sırada Ali Arslan “İlerleyen sayfalarda annesi namaz kılardı...” diyorsun diyerek beni sıkıştırmak istedi ben bir cumhuriyet tarihi Profesörünün Atatürk’ü tanımamasına üzülerek şöyle dedim. “Anne soyu sünniydi. Anne Zübeyde Hanım beş vakit namaz kılardı. Kaynakları kitapta var.” dedim.
Prof. Dr. Ali Arslan öfkelenmişti. O ana kadar tüm eleştirilerini yanıtlamam hem onu hem de diğer jüri üyelerini rahatsız etmişti. Prof. Dr. Ali Arslan, kitabımın 131. sayfasından itibaren anlatılan “Atatürk Üzerindeki Namık Kemal Etkisi” adlı bölümü açarak, bazı cümleler okudu ve “Namık Kemal İslamcıydı, Türkçü değil...” dedi. Ben şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Kendisine dönerek şöyle dedim: “Hocam ben kitabımda Namık Kemal’in Alevi- Bektaşi İslam anlayışının Atatürk’ü etkilediğini söylüyorum zaten, ama Namık Kemal’in bir vatan şairi olduğu da yadsınamaz. Atatürk ve arkadaşları anılarında Harp Okulu yatakhanesinde Namık Kemal’in vatan konulu şiirlerini okuduklarını belirtiyorlar.” dedim. Bunun üzerine Ali Arslan: “Yalan bunlar, yalan...” dedi. Bu sırada odadaki diğer jüri üyelerinden ses çıkmaması ve benim haksız, Prof. Dr. Ali Arslan’ın haklı olduğunu ima edercesine bana bakmaları beni hayretler içinde bıraktı
Beni asıl şaşırtan tez hocam PROF CEZMİ ERASLAN’IN BÜTÜN BUNLARI SESİZCE VE BENİ SUÇLARCASINA DİNLEMESİYDİ.
Düşünebiliyor musunuz? Koskoca bire Cumhuriyet Tarihi profesörü Namık Kemal’in Türkçü değil, İslamcı olduğunu ve Atatürk’ün Namık Kemal’in Türkçü fikirlerinden etkilenmediğini söylüyordu. Ve bu sözleri diğer akademisyenler ses çıkarmadan dinliyor, bakışlarından beni haksız buldukları anlaşılıyordu.
Ben de öfkelenmiştim. Sıradan bir öğrenci değildim. Yıllardır Atatürk üzerine çalışmış 7 adet kitap yazmıştım ve yazdığım kitaplar birçok bilim insanından övgü almıştı. Ama şimdi Atatürk’ü tanımadıklarını anladığım birkaç profesörle karşı karşıyaydım.
SAİD-I NURSİ'Yİ ATATÜRK'E TERCİH EDEN BİR CUMHURİYET TARİHİ PROFESÖRÜ
Prof. Ali Arslan, eleştirilerine devam etti. Şimdi sırada Saidi Nursi konusu vardı. Ben kitabımda “Acımasız İftiralar” başlığı altında Atatürk’e “deccal” ve “süfyan” diyen Saidi Nursi’yi eleştirmiştim. Prof. Dr. Ali Arslan bu eleştirilerime çok öfkelenmişti. Adeta bağırarak kitabımdaki şu satırları okudu:
“Said-i Nursi’ye göre Atatürk, “TEK GÖZLÜ DECCAL’DIR.SÜFYAN’DIR.” Peki tek gözlü deccal nedir? Deccal, ahir zamanda gelecek ve Hz. Muhammed’în peygamberliğini inkar edip İslamiyeti yıkmaya çalışacak ve dünyayı fesada verecek olan çok şerli ve mutlak küfür yolunda olan, dehşetli bir şahıs olarak bilinmektedir.Yine Said-i Nursi’ye göre Atatürk, “Nefret-i ammeye layık adam; İslam’ın en büyük fitneyi diniylerinden biridir.” Yani halkın nefretine layık adamdır. İslam dinini yıkmaya çalışanların en büyüyüdür. Ayrıca Said-i Nursi, cifir hesabını kullanarak Atatürk’e saldırmıştır.”
Prof. Arslan, bu satırları okuduktan sonra öfkeyle ve yüksekçe bir ses tonuyla bana “bunlar yalan!..” dedi. Said-i Nursi Atatürk’e “deccal ve süfyan” dememiştir. Ben Risalei Nurlara baktım böyle bir şey yok.”dedi ve benim bu bilgileri Neda Armener’in “İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar, s. 34’den almamı eleştirerek, Saidi Nursi’nin yazdıklarına baksaydın böyle bir şey olmadığını görürdün” dedi. Ben kendisinin sözünü keserek: “Hocam dedim. Ben Saidi Nursi'nin risalelerine ve diğer yazdıklarına baktım ve Atatürk’e deccal süfyan dediğini gözlerimle gördüm, ama Neda Armaner benden önce bu gerçeği fark ettiği için onu kaynak olarak kullandım. Bunu bilimsel ahlak gereği yaptım. Yoksa Neda Armaner’in adını anmadan doğrudan Nursi’nin yazdıklarını da kaynak olarak kullanabilirdim” dedim ve devamla. “Haklısınız ana kaynağı da belirtmem gerekirdi.Yeni baskıda doğrudan Saidi Nursi’yi kaynak olarak kullanırım...” dedim. Ali Arslan sözümü keserek. “Yok öyle bir şey. Saidi Nursi, Atatürk’e deccal dememiştir.” deyince ben ısrarla “Hayır, demiştir. İsterseniz bakalım.” dedim. Bu sırada Ali Arslan kitabımdaki şu cümleleri okudu: “Said-i Nursi’ye göre Nur risalelerini övmek Kur’anı övmek gibidir. Çünkü risaleler Kuranın “tereşşuh” etmiş, (süzülmüş, daha özlü hale gelmiş şeklidir.)Risale-i Nur’u Allah imzaladığı gibi peygamber de imzalamıştır.” Ali Arslan, bunların da yalan olduğunu ve Said-i Nursi’ye ait olmadığını söyleyerek, Saidi Nursi’nin, benim kitapta belirttiğim gibi, risalei nurlarını Kuranla bir tutmadığını belirtince ben kendisine: “Saidi Nursi, kuşlardan bile vahiy aldığını söylemektedir ve Risalei Nurlarını Kuranla bir tutmaktadır. Bunu size kanıtlarım dedim.” Ali Arslan buna da şiddetle karşı çıktı ve garip bir şekilde bu sefer de, daha biraz önce “Saidi Nursi Atatürk’e deccal ve sufyan dememiştir...“diyerek kestirip atmasına rağmen şimdi sufyan sözünün anlamını açıklamaya başladı. Prof Ali Arslan’a göre sufyan sözü, o kadar da kötü bir söz değildir, hatta olumlu anlamda kullanılan bir sözüdür. Ben buna da şiddetle itiraz edince, sözüm ona başta oturarak jüriyi yöneten tez danışman hocam Prof. Dr. Cezmi Eraslan adeta gözlerinden ateş saçarak bana bağırmaya başladı: “SUS, HOCANI DİNLE. HERŞEYE CEVAP VERME…”
YER: İÜ. BİR MECZUBU SAVUNMAK SERBEST ATATÜRK'Ü SAVUNMAK YASAK
Ben artık aşağı yukarı olup biteni anlamış, bir komployla karşı karşıya olduğumu fark etmiştim. Hocamın dediği gibi artık fazla itiraz etmeden bana yöneltilen ithamları dinlemeye başladım. Ama içimden ülkem adına üzülüyordum. Karşımda bir cumhuriyet tarihi profesörü, üstelik Atatürk’ün Darülfünündan üniversiteye çevirdiği bir üniversitede, bir meczubu savunurken ben ona karşı Atatürk’ü korumaya ve savunmaya çalışıyordum. Üstelik geride kalan iki profesör, bir doçent ve bir yardımcı doçent bu sahnelere sessiz kalıyor, bir cumhuriyet tarihi profesörünün Atatürk düşmanı bir meczubu savunmasını onaylarken, benim Atatürk’ü savunama tepki duyuyorlar ve bana “sus konuşma, cevap verme” diye bağırıyorlardı.
Ben Said-i Nursi’nin Atatürk’e "deccal ve süfyan" dediğinden adım gibi emindim. Çünkü Nursi'nin yazdıklarını incelemiş ve bu bilgiyi görmüştüm; ama buna rağmen bir oda dolusu -sözüm ona cumhuriyet tarihi profesörü- bu gerçeği inkar ederek, beni suçluyorlardı.
5.ŞUA VE DİĞERLERİ
İşte, onların yalan söylediklerini ortaya koyan kanıt: Said-i Nursi’nin Şuaları, 5. Şua, Redoks, s.417’de Said-i Nursi Atatürk için şunları söylemektedir: “Süfyan ve bir İslam deccalının, Mustafa Kemal olduğu…anlaşılıyor”
Said-i Nursi’nin Mustafa Kemal’e deccal dediğini söyleyen yalnız ben değilim. Bir çok Nursi araştırmacısı da Nursi'nin Atatürk’ü deccal ve süfyan olarak gördüğünü belirtmektedir. “Saidi Kürdiye göre Mustafa Kemal bir süfyanın ta kendisidir yerde ve gökte lanetlenmiştir.Allah’ın yarattığı mahlukatı içinde en çok zulum yapan kimsedir.” (Hayrettin Gümüşel, Beklenen Mehdi, s.143) Said-i Nursi'nin Atatürk’e hakaretleri için bkz. Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak,s.94 vd.)
İ.Ü, Cumhuriyet Tarihi Bölümü'nden Prof. Dr. Ali Arslan’ın sufyan tanımı da baştan aşağı yanlıştır. Saidi Nursi’yi temize çıkarmak için sufyana olumlu anlamlar yükleyen Ali Arslan, benim bu konuyu iyi bildiğim gerçeğini unutarak aslında büyük bir yanlış yapmıştır.Ali Arslan’ın düşündüğünün tam tersi olarak sufyan Hz.Ali’den rivayet edildiğine göre, çocukları ve kadınların karınlarındaki bebekleri bile öldüren bir canavardır. Kötülerin en kötüsüdür.
"Saidi Nursi Atatürk’e deccal dememiştir" diyen Ali Arslan ve onun bu düşüncesini benimseyen diğer jüri üyeleri bana karşı ve daha da önemlisi Atatürk’e karşı bir komplo içinde idiler!
Koskoca İstanbul Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi profesörleri Atatürk’ün yerine bir meczubu savunacak duruma nasıl gelmişlerdi.?
O odadaki akademisyenlerden biri bile Saidi Nursi’yi eleştirmedi. Hepsi benim haksız olduğumda hemfikirdi.
ATATÜRK'ÜN DİNSİZ OLDUĞUNU KANITLAMAYA ÇALIŞAN BİR TARİH PROFESÖRÜ
Prof Ali Arslan’ın eleştirileri devam ediyordu. Şimdi de bana yine çok garip bir soru sordu. “Atatürk, dindar mıydı?” dedi. Ben bu soruya fena halde bozuldum, ama belli etmedim. Bir cumhuriyet tarihi profesörü Atatürk’ün dindar olup olmamasıyla değil, yapıp ettikleriyle ilgilenmeliydi diye düşünüyordum, ama kendimden emin şu cevabı verdim: “Evet dindardı; ama dini bazıları gibi şov aracı yapmazdı” dedim. Ve sonra konuya hakim olmanın da cesaretiyle biraz yüksek bir sele bu konudaki bazı kanıtları ortaya koydum. “Ramazan aylarında ince saz heyetini Çanakyaya çıkarmaz, hatta bazen oruç tutar, hatta her yıl gizlice Çanakkale şehitlerine mevlüt okuturdu, bazen Kuran okutup dinlerdi, özel notlarında Tanrı birdir diye yazmıştır.” dedim. Bunların kaynaklarını da söyledim. Ali Arslan çok öfkelenerek, Atatürk’ün "dinsiz" olduğunu kanıtlamak istercesine bir örnek verdi. Ben, bu örneğin benim kitabımda da olduğunu belirterek, bu konuya açıklık getirdim. Ama tahmin edileceği gibi peşin fikirli jüri bana değil, sayın Arslan’a inandı.
O ana kadar Prof. Dr. Ali Arslan’ın eleştiri noktaları aslında bir bakıma beni sevindirmişti; çünkü bula bula bunları bulması, eserimin ne kadar sağlam olduğunu gösteriyordu.
MENDERES'E SAHİP ÇIKAN ATATÜRK'E KİN KUSAN BİR TARİH PROFESÖRÜ
Ali Arslan’ın pes etmeye niyeti yoktu. Bu sefer de kitabımda geçen, “Adnan Menderes döneminde yeniden Arapça ezana geçildi.” cümlesini eleştirdi ve bu kararı Menderes’in değil meclisin aldığını söyledi. Ben de kendisine hak verdim. Ama Menderes döneminde cumhuriyet aydınlanmasından geri dönüşün başladığını da ekledim. Arslan buna da itiraz etti Ben de kendisine katılarak: “Haklısınız, kitabımı okursanız ilk geri dönüş adımlarının İnönü döneminde atıldığını ve Menderes döneminde katmerli adımların atıldığını" söyledim.
Prof Ali Arslan, içerik yönünden eserimle başa çıkamayınca, şekil yönüyle uğraşmaya başladı. Ve kullandığım kaynakların birinci el kaynak olmadığını söyledi. Ben kendisine genelde birinci el kaynak kullandığımı ama bazı durumlarda da ikinci el kaynakların da kullanılabileceği yanıtını verdim. Bu kaynak konusu, diğer jüri üyelerini de hareketlendirdi. O ana kadar açık vermeyerek tüm sorulara yanıt vermem onları da üzmüştü, bu kaynak konusundan bana saldırabileceklerini düşünerek, söze karıştılar, başta tez hocam sayın Prof. Dr. Cezmi Eraslan olmak üzere tüm jüri üyeleri söz birliği etmişcesine benim kaynak kullanmayı bilemediğimi, bilimden anlamadığımı haykırıyordu. Doğrusu şaşkındım ve ne yapacağımı bilemiyordum.
KARABEKİR'E SAHİP ÇIKAN ATATÜRK'E SALDIRAN BİR TARİH PROFESÖRÜ
Prof. Dr. Ali Arslan, şimdi de son çıkan kitabım “Nutuk’un Deşifresi’ni” eline aldı. Önce kitabın kapağındaki jenerik yazısını eleştirdi. Yazıda: “Bu bir sırlar ve şifreler kitabı değildir.” Yazıyordu. Arslan, kitabının adının Nutuk’un Deşifresi olduğunu ve bu yazıyla bu başlığın çeliştiğini söyledi. Ben kendisine "deşifre" sözünün "çözümleme" anlamına geldiğini söyleyerek, bu yazıyı, okuyucuyu bu kitabın son zamanlarda çıkan sırlar ve şifreler kitaplarından biri olmadığı konusunda uyarmak için koyduğumu söyledim.
Ali Arslan aynı kitapta “Karabekir’in Atatürk’e Yönelttiği Eleştiriler” başlığı altında yazılanları eleştirmeye başladı. Ben bu bölümde Karabekir’in tutarsızlıklarını ortaya koymuştum. Anlaşılan bu durum Ali Arslan’ı kızdırmıştı. Çünkü ona göre Atatürk’e saldıranları eleştirmemek gerekiyordu. Ali Araslan, kullandığım kaynağı, (Uğur Mumcu’nun, Karabekir Anlatıyor) adlı eserini eleştirdi ve neden İstiklal Harbimizin Esaslarını kullanmadığımı söyledi. Ben kendisine bu kitabın, (kendi kitabım) Karabekir Atatürk ilişkisini anlatan bir kitap olmadığını sadece kısaca bu konuya değinildiğini bu nedenle Uğur Mumcu’nun kitabını kullandığımı, ama İstiklal Harbimizin Esaslarını kullansam da bir şey değişmeyeceğini söyledim. Tutarsızlıkların orda da olduğunu belirttim. Ali Arslan bu açıklamalarımı da kabul etmedi.
ABDÜLMECİT EFENDİ'Yİ ELEŞTİRİLMEZ ZANNEDEN BİR TARİH PROFESÖRÜ
Daha sonra da kitabımda son halife Abdülmecit Efendi’yi eleştirmeme bozuldu. “Abdülmecit Efendi Kurtuluş Savaşı’na destek olmuştur, onu nasıl eleştirisin?” diye bağırıyor, diğer jüri üyeleri de özellikle Prof.Dr. Süleyman Beyoğlu, “Evet yardım etmiştir...” diyerek başıyla Prof Ali Arslan’ı onaylıyordu. Ben.”Abdülmecit’e yönelik eleştirilerimin Atatürk’ün Nutuk’taki ifadelerine dayalı olduğunu belirttim” Ama şartlanmış jüriyi ikna etmem mümkün değildi.
Son halifeyi eleştirdiğim için büyük bir yanlış yapmıştım!!!. İşte o gün o jüride bulunan akademisyenlerin zihniyeti buydu. Atatürk’ün yurt dışına sürgün ettiği adamı eleştirdiğim için İstanbul Üniversitesi'nde akademisyenlerce suçlanıyordum; son halifeyi savunup Atatürk’ü eleştirseydim takdir toplayacağım kesindi.
ATATÜRK'ÜN KURDUĞU ÜNİVERİSTE'DE NUTUK'A SALDIRAN CUMHURİYET TARİHİ PROFESÖRLERİ
Daha sonra sıra geldi Nutuk’a…
Ali Arslan, ve diğer jüri üyeleri, Nutuk’u eleştirmek gerektiğinden, Nutuk’un sadece bir "anı" olduğundan bahsederek, Nutuk’u çok daha fazla önemseyen beni eleştirmeye başladılar. Çünkü ben Nutuk’un devrim tarihimizin en önemli kaynağı olduğunu ve Atatürk’ün tüm olayları belgelerle kanıtladığı için Nutuk’un aynı zamanda bilimsel bir yapıt olduğunu söylüyordum. Bu düşüncelerim başta Ali Arslan ve Cezmi Erslan olmak üzere tüm jüriyi adeta çileden çıkarmıştı. Israrla Nutuk’u eleştirmekten ve ısrarla Nutuk’un bilimsel bir çalıma olmadığından bahsediyorlar, hatta alaycı bir şekilde Nutuk’un bazı bölümlerini Atatürk’ün yazmadığı iddia ediyorlardı. Hatta Ali Arslan Nutuk’taki bazı anlatımların belgelerle uyuşmadığını söyledi. İki yıldır Nutuk üzerinde çalışan biri olarak kulaklarıma inanamıyordum. Nutuk’u satır satır incelemiştim ve hazırlık sürecinin nasıl olduğunu çok iyi biliyordum. Atatürk’ün nasıl günlerce uyumadan hatta bir keresine kalp krizi geçirerek, üç ay çalışarak Nutuk’u hazırladığını biliyordum. Ama şimdi karşımdaki akademisyenler Nutuk’u hazırlayan Atatürk’ü ağır bir dille eleştiriyorlardı.
Bu sırada Tez danışman hocam Prof Cezmi Ersalan’ın Nutuk üzerine yazdığı makale aklıma geldi. Makalenin başından sonuna kadar Nutuk’u ve Atatürk’ü eleştirdiğini hatırlayınca her şeyi daha iyi anlamaya başlamıştım.
Bu sırada Prof Ali Arslan, benim, Nutuk üzerine son çıkan Eric Jan Zürhrer’in kitabını okumadığımı iddia edince ben: “Okudum ama görüşlerine katılmıyorum. “ dedim ve kıyamet koptu. Çünkü jürideki herkes Zührer’in fikirlerine sonuna kadar katılıyordu. Peki kimdi bu E. J. Zührer? Yurtdışında yaşayan yabancı bir cumhuriyet tarihi profesörü. En önemli özelliği Atatürk’ün cumhuriyet tarihindeki rolünü azaltmak olan bir akademisyen. Doğal olarak Nutuk’u da alabildiğince eleştiriyordu. Kanımca amacı, Atatürksüz ya da Atatürk'ün etkisi iyice azaltılmış bir cumhuriyet tarihi oluşturmaktır. Okul yıllarında onun kitaplarını Ali ve Cezmi hocaların sıkça tavsiye ettiklerini hatırlıyorum.
ATATÜRK KARŞITI BİR CUMHURİYET TARİHİ PROFESÖRÜ
Bir, bir buçuk saattir daha tezim hakkında tek kelime bile konuşmamıştık.
Nihayet teze geçildi. Tezim, ATATÜRK'ÜN TARİH VE ANTROPOLJİ ÇALIŞMALARI adını taşıyordu. ( Bu tez Ağustos 2010'da ATATÜRK VE TÜRKLERİN SAKLI TARİHİ adıyla kitap olarak yayınlanacaktır)
İlk sözü alan Ali Arslan, “Konu bütünlüğü yok, içerik uygun değil. Burada Hititlerin ve Sümerlerin Türklüğüne yönelik kanıtlar sıralanmış oysaki bizim Atatürk’ün tarih ve Antropoloji çalışmalarını ve değerlendirmelerini görmemiz gerekirdi. Ayrıca önsözde Hititlerin ve Sümerlerin Türklüğü tezinin bugünkü durumu incelenecektir deniyor ama ben kaynakçada 1939 sonrasında bu konuda yapılan bir çalışmaya rastlamadım. Çok fazla ayrıntıya girilmiş. Belgeler sıralanmış, hatta bir şiir bile var.” dedi. Bu sırada Doç. Dr. Halil Bal araya girdi. Alaycı bir yüz ifadesiyle, “Hititlerin ucu kıvrık ayakkabılarıyla Türklerin ayakkabıları bile kıyaslanmış” dedi. Ben şaşkındım. Koskoca doçent, antropoloji araştırmalarında bu tarz benzerliklerin çok önemli olduğunu bilmiyordu.Olacak şey değil!
Bu sırada, Doç Arzu Terzi, (Kendisi Osmanlı Tarihçisidir.) Tezin adının uygun olmadığını söyledi. Atatürk’ün değil, Atatürk Dönemindeki Tarih ve Antropoloji Çalışmaları olması gerekir dedi. Ben kendisine, bu çalışmaları Atatürk’ün başlatıp yönlendirdiğini söyleyerek adın doğru olduğunu ayrıca İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün bu adı ve tezin içeriğini uygun bulduğunu söyledim ve tezin içeriğinin Hititlerin, Sümerlerin Türklüğüne yönelik kanıtlar ve Mu uygarlığıyla ilgili araştırmalar olduğunu belirttim ve bu konularda tezin içinde, son dönem kaynaklarına dayanılarak, bir çok bilgi ve değerlendirmenin olduğunu söyledim. Fakat Ali Arslan buna itiraz ederek 1939’dan sonra bu konuda yapılan araştırmalara yer vermediğimi söyledi. Bense Begmurat Gerey, Muazzez İlmiye Çığ gibi 2000’lerde yapılan araştırmalardan yararlandığımı hatta 1988’de Hakkari’de bulunan Hakkari taşlarına bile tezimde yer verdiğimi söylüyordum. Ve bu taşların Türklerin Anayurdunun Anadolu olabileceği tezini gündeme getirdiğini belirtiyordum. Ama tezi okumadığı, ya da çok yüzeysel olarak okuduğu anlaşılan jüri üyelerini ikna edemiyordum.
Bu bir komploydu, karar önceden verilmişti. Tezimin iki hafta gecikmeyle değerlendirilmeye sokulması şüphelerimi büsbütün arttırmıştı.
Ben Atatürk’ün tarih ve antropoloji çalışmalarının ırkçı Batıya karşı bir mücadele olduğunu, Atatürk’ün bu çalışmalara zannedildiğinden çok daha fazla önem verdiğini ve bu çalışmaların bilimsel temellerinin bulunduğunun bugün anlaşılmakta olduğunu, Sümerlerin Türk olabilme ihtimallerinin her geçen gün yükseldiğini söylememe rağmen şartlanmış ve kararını önceden vermiş jüriyi etkileyemiyordum.
Beni asıl şaşırtan Türkiye’de ilk kez gündeme getirdiğim ve ayrıntılı olarak değerlendirdiğim ve Atatürk’ün düşünce zenginliklerine ışık tutan Atatürk’ün Kayıp Kıta Mu konusundaki araştırmaları hakkında bana doğru dürüst bir soru sorulmamasıydı. Jüri acaba neden bu konuyu merak etmiyor ve bu konuyu ilk kez gün ışığına çıkaran genç bir araştırmacıya en azından “aferin, ,iyi yapmışsın “demekten çekiniyordu.
Zannedersem bu sorunun yanıtı Ali Arslan’ın şu son sözlerinde gizliydi:
Prof. Dr. Ali Arslan, tezimde geçen, “Yüksek bir edebi değeri olan Nutuk bile Atatürk’ün bir bilim insanı olduğunu kanıtlayacak güçtedir” cümlesini okuyarak şöyle dedi: “Atatürk bilim insanı falan değildir. Sen her şeyi Atatürk yapmış sanıyorsun!”
İşte mesele buydu? Tez mez bahane!
Ben kitaplarımda ve tezimde Atatürk’ün düşünce zenginliklerine yer vererek genç nesillerin onun bilime ve kültüre verdiği önemden etkilenmelerini sağlamaya çalışıyorum. Cephede bile okuyan, yabancı büyük elçiliklerden kitap sipariş eden, 5000’den fazla kitap okuyan, tarih ve dil tezleri geliştiren çok sayıda kitap ve yazı yazan Atatürk’e “bilim insanı” dediğim için suçlu oluyorum.
Gerisini siz düşünün….
Tezim üzerinde sadece on beş yirmi dakika konuşuldu. Daha doğrusu sadece Prof Ali Arslan ve biraz da Doç Halil Bal konuştu. Yard. Doç Arzu Terzi Osmanlı tarihçisi olduğu için Prof. Süleyman Beyoğlu da Ali ve Cezmi hocalara katıldığı için konuşmadı kanımca...
"BENİ YILDIRAMAZSINIZ!" DEMİŞTİM AMA!
Bir,buçuk saat sonra odadan çıktım. Jüri kararını verecekti. Birkaç dakika sonra odaya çağrıldım. Jüri üyeleri hepsi birden yağa kalkarak ve garip bir şekilde önlerine bakarak “Tezin reddedildi!..” dediler.
Benim son sözlerim şunlardı. “Beni yıldırdığınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Daha hırslı çalışacağım ve genç nesilleri aydınlatmaya devam edeceğim, tüm amacım budur. Umarım vicdanınız rahattır.”
MECZUBU DEĞİL ATATÜRK AYDINLANMASINI SAVUNDUM
Ben o gün de bu günde kendimle gurur duyuyorum; çünkü meczubu savunan profesörlerle adeta kavga ederek Atatürk’ü ve cumhuriyet aydınlanmasını savundum. Üstelik bunu yaparken tezimin reddedileceğini de biliyordum. Çünkü bu kara zihniyetin benim gibilerin önünü kesmek için her şeyi yapacaklarının farkındaydım. Ama yine söylüyorum, o 19 ocak günü o odada meczuba karşı Atatürk’ümüzü savundum ve kendi adıma çok gururluyum; ama ülkem adına o günden sonra çok karamsarım.
NURCU PROFESÖR
Not: Jüride bulunan tez danışman hocam Prof. Dr. Cezmi Eraslan hakkında daha önce basına yansıyan “Nurcu profesör (Milliyet 2000)" iddialarına inanmak istememiştim. Kendisini 10 yıldır tanırım. Prof Ali Arslan gibi kendisini çok iyi saklamasını bilen biridir. Hatta bir ara gerçekten Nurcularla hiçbir ilgisinin olmadığını düşünüyordum. Ama son yaşadığım olaydan sonra internette yaptığım basit bir araştırmayla Prof. Dr. Cezmi Ersalan’ın geçmişte Rısalei Nur Sempozyumlarına katılarak bildiri bile sunduğunu gördüm. Cezmi Ersalan bildirisinde Saidi Nursi’den "Kurtuluş Savaşı’na destek olan bir kahraman" olarak bahsediyordu. Bunun gerçek olmadığını ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA adlı kitabımda orjinal belgeleriyle ortaya koydum..
SONRA NELER OLDU?
Prof Ali Arslan: İstanbul Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Kürsüsü'nde Atatürksüz bir Cumhuriyet Tarihi anlatmaya devam ediyor...
Prof Dr. Cezmi Eraslan: Said-i Nursi sempatisinden ve Atatürk eleştirilerinden dolayı AKP tarafından ödüllendirilerek ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI'NA getirildi.(Her halde Atatürk araştırılmasın diye yapıldı bu atama....)
Sinan Meydan: Atatürk, Ön Türk Tarihi ve Yakın Tarih üzerine yazdığı 9 kitap dışında yeni çalışmalarına devam ediyor... Bıkıp usanmadan Atatürk aydınlanmasını genç kuşaklara anlatmaya çabalıyor....