Türkiye’de “cumhuriyet düşmanı” kesimin “şehir efsanesi” haline gelmiş “yalanlarından” biri, CHP’nin tek parti olduğu dönemde camilerin, “depo”, “ahır”, “lokal”, “hatta” tuvalet yapıldığı yalanıdır. Öteden beri bu iğrenç yalana sarılmış olan “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” bu “din istismarcıları”, aslında “Atatürk camileri kapattı” demek isterken, buna cesaret edemedikleri için dolaylı yoldan “CHP, Tek Parti veya İsmet Paşa camileri kapattı” demişlerdir.
“CHP, Tek Parti, İsmet Paşa camileri kapattı” yalanına 1966 yılında bizzat İsmet Paşa, “Benim dönemimde camiler kapatılmamıştır” diye cevap vermiştir. Ama “cumhuriyet tarihi yalancıları”, yine bıkıp usanmadan bu yalanı sürdürmüşlerdir. Hatta “şeriatçılığıyla” ve “kışkırtıcılığıyla” ünlü “dinci yazar” Mehmet Şevket Eygi, 1966 yılında Yeni İstiklal Gazetesi'nde vatandaşlara bir çağrıda bulunarak, ‘’CHP döneminde yıkılan, satılan, kiraya verilen, depo ve müze yapılan camiler hakkında resim, yazı ve bilgi’’ göndermelerini istemiştir. Gelen yazı ve resimlerin bir kısmı Yeni İstiklal Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Bu resimleri kimlerin nasıl çekip gönderdiği ise sır olarak kalmıştır. Mehmet Şevket Eygi, bu konuyu 2003 yılında "Yakın Tarihimizde Câmi Kıyımı" adıyla kitaplaştırmıştır. Kitabın başlığının altında ise "Kapatılan, satılan, yıkılan, kiraya verilen, depo yapılan, CHP ocağı, saz ve içki evi, spor kulübü lokali haline getirilen, müzeye dönüştürülen binlerce mâbedin hazin hikayesi" şeklinde bir ibare vardır. Yani, “CHP, Tek Parti döneminde camiler kapatıldı, depo ve hatta tuvalet yapıldı” iddiasını ileri sürenlerin “en büyük kanıtı”, şeriatçılığı tescilli bir “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” olan Mehmet Şevki Eygi’nin yazdıkları ve söyledikleridir.
Bu temelsiz iddia, son zamanlarda, cumhuriyeti ve değerlerini içselleştirememiş, bazı akademisyenlerce de dillendirilmeye başlanmıştır. Örneğin, Bugün gazetesinde yazan ve Habertürk tv’de “Tarihin Arka Odası Programı”nda konuşan Doç. Dr. Erhan Afyoncu, 9 Mayıs 2010’da Bugün gazetesinde yazdığı bir yazıda bu iddianın “doğru” olduğunu belirtmiştir.
AKP’nin Akıl Hocası Mehmet Şevket Eygi mi?
Son dönemde, “CHP camileri kapattı” iddiasını en çok istismar eden AKP’dir. Kurulduğu günden bugüne AKP yetkilileri, her fırsatta bu iddiayı gündeme taşımaktadır. “CHP, Tek Parti ve İsmet Paşa camileri kapattı, depo, ahır vs yaptı” diye “sızlanan” AKP’li yetkililerin din sömürüsüyle “oy peşinde” koştukları açık bir gerçektir. Örneğin, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son referandum konuşmalarında, “Biz bunların tarihini, cemaziyelevvellerini iyi biliriz. Bunların Anadolu topraklarında camileri nasıl ahır haline getirdiklerini iyi biliriz…” demiştir.
Son olarak da 24 Kasım 2010 tarihinde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, ‘’Camiler konusunda sabıkası vardır, hem de az buz değil dosyalar dolusu sabıkası vardır. Tek parti döneminde bir yığın cami kapatılmıştır, bir yığını satılmıştır, bir yığını yıkılmıştır, kiraya verilmiştir, depo yapılmıştır, ahır yapılmıştır, kışla yapılmıştır, hapishane olarak kullanılmıştır, sazlı, sözlü, içkili eğlence mekanı haline getirilmiştir’’ demiştir.
“CHP, Tek Parti, İsmet Paşa camileri kapattı” iddiasını diline dolayan Başbakan ve Yardımcısı’nın, Mehmet Şevket Eygi’den fazlaca etkilendikleri anlaşılmaktadır.
Peki ama işin aslı nedir?
Cami Fetişizmi: “Amaç İbadet mi Yoksa Gösteriş mi?”
Öncelikle, İslam dinine göre “İnsana şah damarından bile yakın olan ALLAH her yerdedir.” Dolayısıyla ibadet etmek için ille de sınırları belirlenmiş ve dört duvarla çevrilmiş bir mekana ihtiyaç yoktur… İslama göre, “darül harp” olmayan ve temiz olan her yer bir ibadethanedir. Bu mantık gereği olsa gerek, Hz. Muhammed, İslamiyeti yaymaya başladığı ilk dönemlerde dört duvarla çevrilmiş bir ibadethane olmadan Müslümanları ibadete çağırmış ve ibadet ettirmiştir. Daha sonra da “görkemli olmayan” ibadethaneler diye tanımlanabilecek olan “Mescitler” inşa ettirmiştir. Hatta bunların inşaatında bizzat yer almıştır. İslamda “cami fetişizmi” Emeviler döneminde başlamıştır. Dini siyasete alet eden Emeviler, ibadetleri “şov aracı” haline getirirken büyük boyutlu ve çok sayıda cami yaparak, bir anlamda “dindarlık eşittir görkemli ve çok sayıda cami” formolüne sarılmışlardır. Emevilerden sonra devam eden bu gelenek bugüne kadar gelmiştir.
Cumhuriyetin Cami Politikası
1927 yılında tüm Türkiye’de, okulların iki katı, “14.425 okula karşılık, 28.705 cami” vardır.[1]
Bu nedenle, 17 Nisan 1927 tarihli 1011 Sayılı Bütçe Kanunu’nun 14.Maddesine göre, Türkiye’ye gerçekten ne kadar cami ve ne kadar din görevlisi gerektiğinin 31 Mayıs 1928 tarihine kadar belirlenmesi istenmiştir.[2] Bu konudaki nizamname, 5 Ocak 1928’de kabul edilmiştir.[3] Daha sonra bu nizamname biraz daha genişletilerek 25 Aralık 1932 tarihinde “Cami ve mescitlerin sınıflandırılması hakkındaki nizamname” adıyla yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede Türkiye genelinde “ihtiyaç fazlası” olduğuna karar verilen camiler belirlenmiştir.[4]
İhtiyaç fazlası camilerin belirlendiği 1928’de Türkiye’nin 14 milyon nüfuslu bir ülke olduğu dikkate alınacak olursa, 28.705 caminin ihtiyaca göre çok fazla olduğu kolayca anlaşılacaktır. Son dönemlerde girilen savaşlardaki aşırı can kaybından sonra Türkiye’de ihtiyaç fazlası camilerin olması çok doğaldır. Yeni kurulan cumhuriyet, her şeyi planladığı gibi Türkiye’nin ihtiyacına göre cami planlaması da yapmış ve ihtiyaç fazlası camileri belirleyerek tasnif etmiştir. Üstelik bu iş için neredeyse bir yıllık bir zaman ayrılmış, gayet titiz bir çalışma sonunda ihtiyaç fazlası camiler belirlenmiştir. Yanmış yakılmış, asırlarca ihmal edilmiş, yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan, sıfırdan imar edilen ve kalkındırılmaya çalışılan, genç cumhuriyeti kuranlar; “aşırıya”, “lükse”, “gösterişe” değil, Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarına önem vermiştir. Bu çerçevede “ihtiyaç fazlası camiler” belirlendikten sonra “dönüştürülerek” başka amaçlar için de kullanılmıştır. En basit bir inşaatın bile belirli bir maddi kaynak demek olduğu düşünülecek olursa, adeta sıfırdan imar edilen yeni Türkiye için, tasnif dışı camileri “atıl durumda” bekletme lüksü yoktur; bu nedenle- tekrar ediyorum- tasnif dışı camiler dönüştürülerek farklı amaçlar için kullanılmıştır; ama asla, hiçbir cami, ahır, eğlence merkezi veya tuvalet yapılmamıştır. Bu konudaki örnekler, dünyanın her yerinde olabilecek marjinal örneklerdir.
Emevilerden beri devam eden “cami fetişizminin” etkisiyle olsa gerek, genç cumhuriyetin bu çok normal kararı, çok geçmeden “CHP camileri kapattı, depo yaptı, ahır yaptı” biçiminde bir “iğrenç” propagandaya dönüşmüştür. Cumhuriyeti kuran iradeyi “din düşmanı” göstermeye yönelik bu maksatlı propaganda, zaman içinde çok kişiyi etkilemiştir.
14.425 okula karşılık, 28.705 caminin olduğu bir ülkede, normal insanların, ihtiyaç fazlası camilerle değil, camilerin yarısından bile az sayıdaki okullarla ilgilenmesi gerekirken, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına tepki gösterilmesi gerekirken, biz de tam seri bir durum yaşanmıştır.
Atatürk’ün ve Genç Cumhuriyetin Camiye Verdiği Önem
Genç cumhuriyet, asla “cami düşmanlığı”, yapmamıştır. Tam tersine Atatürk döneminde genç cumhuriyet, gerektiğinde cami inşa ettirmiş, camilerin bakım ve tamirini yaptırmış, hatta kullanılmayan bazı kiliseleri camiye dönüştürmüştür.
Örneğin:
-1922 yılında Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında konuşan Atatürk, Yunan çekilişi sırasında birkaç bin caminin yakılıp yıkıldığını belirtmiş ve “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.” demiştir.(5)
-7 Aralık 1925 tarihli bir kanuna göre, Niğde’nin Fertek Köyü’ndeki bir kilisenin camiye çevrilmesine karar verilmiştir.
- 18 Mart 1933 tarihli bir kanuna göre de Edirne’deki üç şerefeli camiinin sıva tamirinin yapılması kararlaştırılmıştır.[6]
- Atatürk’ün çizdiği, “İdeal Cumhuriyet Köyü’nün” tam merkezinde bir de camiye yer verilmiştir. Atatürk, çizdiği projede 22 numarayla gösterdiği camiyi, köy hamamı ve etüv makinesinin hemen yanına yerleştirmiştir.[7]
- Atatürk, çıkan büyük bir kasırgada hasar gören Edirne Selimiye Camii’nin onarılması için ödenek göndermiştir.[8]
- Atatürk, 1930 yılında, Eskişehir'in Mihaliscık Köyü’ne cami yapımı için beş bin lira göndermiştir.[9]
- Atatürk, sadece Türkiye’deki değil yurt dışındaki camilerle de ilgilenmiştir. 1919’da başlanıp 1926’da tamamlanan Paris Camii’ne yardım yapanlar arasında Atatürk de vardır. Paris Camii’nde büyük emekleri olan Bencheikh El Hocine Abbas “Mustafa Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu” ifade etmiştir. Şeyh Hamza Ebubekir’in, Bencheikh El Hocine Abbas’a anlattıklarına göre: Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in ölümünden sonra 1938 yılına kadar her yıl Paris Camii’ne “bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diye, birkaç bin frank para göndermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra bu yardım kesilmiştir.
Atatürk Edirne Selimiye Camii’nde
1923’te Balıkesir Paşa Camii’nde Cuma namazı kılan ve hutbe veren Atatürk, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında Cuma namazlarını, Anadolu’nun değişik şehirlerindeki (Havza, Amasya, Ankara, Balıkesir gibi) değişik camilerde kılmıştır. Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra da yurt gezilerinde özellikle tarihi camileri ziyaret etmeye büyük özen göstermiştir.
Atatürk, Edirne ziyaretinde Edirne Selimiye Camii’ne gitmiştir.
Caminin giriş kapısının üstündeki kitabeyi inceleyen Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonra da camiye girerek incelemelerde bulunmuş ve bazı açıklamalar yapmıştır:
Atatürk, caminin içinde minberle avize arasında durmuş ve, “Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye söze başladıktan sonra şunları söylemiştir:
“Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.”
Daha sonra avizenin üzerinde yarım kubbede yer alan Arapça yazıyı okuyan Atatürk, Müftü’ye dönerek “Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, “Evet Paşa Hazretleri” cevabını vermiştir. Atatürk, tekrar Müftü’ye dönerek, “Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?” diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler Allah’a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir. (10)
Atatürk'ün Yaptırdığı Cami
Atatürk'ü, "din düşmanı" diye adlandıran "utanmazların" ,"Atatürk'ün camileri kapattırdığı" yalanını yerle bir eden çok önemli bir belge var elimizde... Bu belge, Atatürk'ün bırakın camileri kapattırdığını, tam tersine cami yaptırdığını kanıtlamaktadır.
Atatürk, Erzurum Kongresi`nden ölümüne kadar hep yanında ve hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin aracılığıyla 5 bin lira gönderip, Yunanlılar`ın işgal sırasında yakıp yıktıkları ve imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek camisini yeniden yaptırmıştır.
Atatürk`ün tüm masraflarını bizzat karşılayarak yaptırdığı bu cami, bugün Mihallıççık`tadır ve `Aşağı Camii` veya "Mihalıççık Atatürk Camii" diye adlandırımaktadır.
Ali Çavuş (Metin), Atatürk’ün en yakınlarındandır. Ailesi aslen Malatyalı’dır. 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında, aile Eskişehir’e göçmüş, eski ismiyle Mihalıççık “Çukurviran” köyüne yerleşmiştir. Bilahere babası Hacı İsmail, aileyi Mihalıççık’a getirmiştir. Babasından dolayı da “Hacıların Ali” diye anılmıştır.
Ali Metin Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nın en hızlı olduğu dönemde 1915 yılında, daha 18 yaşındayken askere alınmıştır. O zamana göre iyi bir eğitimi vardır. Bunun için de Sivas’ta askerken “Küçük Zabit Mektebi”ne alınmış. Burada Enver Paşa’nın dikkatini çekmiş, onun karargahında hizmet vermiştir. Savaştan yenilgiyle çıkmamız üzerine tekrar Anadolu’ya dönmüş, Kazım Karabekir Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu’da askerliğine devam etmiştir.Orada da kendisini göstermiş. Atatürk’ün Erzurum’a gelmesi üzerine Karabekir Paşa Ali Metin’i, 3 Temmuz 1919 günü Atatürk’ün hizmetine “Emir çavuşu” olarak vermiş, Atatürk’ü ölümüne kadar, özellikle Kurtuluş Savaşı süresince yakınlığı devam etmiştir. Atatürk’ün yemeklerini Ali Çavuş yapmıştır.
Halk dilinde “Aşağı Cami”, asıl ismiyle “Cami-i Kebir” 1302(1886) yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar’a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır.Cami, Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Uzun süre tamir edilememiştir. Ta ki, Atatürk yeniden yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.
Ali Metin’in vesile olmasıyla Atatürk, 5000 lira vererek Mihalıccık Camii'nin yeniden yapılmasını sağlamıştır.
Atatürk’ün Cami Araştırmaları
Atatürk, ayrıca belki de Türk siyasetçileri arasında ilk ve tek “cami araştırması” yapan liderdir. İslam tarihinde ilk camilerin nasıl ortaya çıktığını merak eden Atatürk, Leon Caetani’nin “İslam Tarihi” adlı eserinin 3. cildinde “Caminin Kökeni”, “Medine’de Caminin Kurulması” başlıkları altındaki satırlarla ilgilenmiş, önemli buluğdu satırların altınız çizmiş ve sayfa kenarlarına bazı notlar almıştır.[11]
İnönü'nün Gizli Dünyası
Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün veya tek partinin “Cami düşmanı” olduğu kocaman bir cumhuriyet tarihi yalanıdır.
Bazı kendini bilmezlerce “Cami kapatan”, “din düşmanı” diye belletilen İsmet İnönü, mitinglerinde, “din istismarı olur” diye “Allah” sözünü ağzına almaktan çekinen, yatak odasındaki ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR levhasının fotoğrafının bir gazetede yayınlanmasına çok kızan, buna karşın geceleri gizlice namaz kılan, gerçek ve samimi bir Müslüman’dır.
İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan'ın yazdığı "Mevhibe" adlı kitapta, İnönü'nün bazı notları da yayınlanmıştır. O notlar içinde İsmet İnönü'nü, zaman zaman namaz kıldığından söz etmiştir.
İşte o notlardan bazı bölümler:
"Saat altı, sabah namazı vaktinden evvel Mevhibe beni uyandırdı...Kalkıp kırmızı odaya geçtik. Sabah namazını kıldım"
Mevhibe Hanım'ın notların da İsmet İnönü'nün "son derece dinadar" bir insan olduğunu kanıtlamaktadır.
İşte o notlardan bir bölüm:
"22 Nisan 1922'de Konya'ya giderken, saat 15:00'da Malatya'dan ahreket ettik... Hamdi Bey'in evinde misafir ettiler... Ramazanın ilk günü oruçlu olduğumuzdan fena halde acıkmıştık. Ertesi gün 12'de yola çıkıp Kangal'a vardık... oraya yerleştik. Yemekten sonra namazlarımızı kıldık"
"3. Mayıs 1922'de bizi otelden aldılar. Dçrt arabayla Abdülvehap Gazi'yi ziyerete gittik. Kurban götürerek orada kestik. Etini türbedara bıraktık"
İnönü'nün kızı Özden Toker de 2000 yılında Vatan gazetesine verdiği bir demeçte dedesi İnönü'nün ve İnönü aliesinin "dindarlığını" şöyle anlatmıştır:
"Annem (İnönü'ün eşi) kuran okurken başını örterdi.Evimizde ramazanlarda huzur dolu bir hava yaşanırdı. Ev halkı, başta Cevriye ve Mevhibe olmak üzre İslam dinine tümden saygılı ve bağlı kişilerdi. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım'ın yatak odalarındaki duvarda kocaman harflerle 'ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR' yazılı bir levha asılıdır. Bu yazı hiçbir zaman yerinden kaldırılmamıştır. Mevhibe, resmi ve sosyal görevlerinin yanında dinin vecibelerini de mükemmel olalark yerine getirirdi. Alice sahura kalkılır, iftarlar neşe ile yapılırdı." (12)
Bu İnönü mü "din düşmanı", "cami düşmanı"! Hadi ordan be...
Atatürk’ün ölünceye kadar yanından ayrılmamış Fevzi Paşa da beş vakit namazını kılan, dinini gösterişten uzak biçimde yaşayan gerçek ve samimi başka bir Müslüman’dır… Dahası, Atatürk’ün en yakın dostlarından biri Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’dir.
Atatürk’e ve cumhuriyeti kuran kuşağa, “din düşmanı” demek her şeyden önce “günahtır”.
Bugün Camiler Açıksa ve Ezan Sesleri Hala Yankılanıyorsa…
Her şeyden önemlisi, “Cami düşmanı” olmakla suçlanan Atatürk ve İsmet İnönü gibi silah arkadaşları olmasaydı, bu vatanseverlerin “kelle koltukta” verdikleri o “kutsal mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkunç bir katliama başlayan Yunanlılar, camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o zaman camiler; ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılacak, hatta Ayasofya’ya çan takılacaktı. Nitekim İzmir’in işgal edildiği günlerde, Yunanlılar camilere saldırmış, camileri yakıp, minareleri yıkmış, Yunanlılardan cesaret alan Rumlar da camilerdeki halı ve kilimleri çalmışlardır. Örneğin, o günlerdeki bir gazete haberine göre, “Şehrin camilerinin de Rumlar tarafından basıldığı ve birçok kıymetli halı ve kilimin kaçırıldığı da tespit edilmiştir. Bu arada Hisar ve Bölükbaşı camilerinde bir tek halı ve kilimin kalmadığı görülmüştür.”
Bugün bu ülkenin camileri açıksa ve bugün bu ülkenin semalarından hala ezan sesleri yükseliyorsa bunu “cami düşmanı” ilan ederek saldırdığınız o Atatürk’e, o İsmet İnönü’ye, o cumhuriyeti kuran iradeye borçlusunuz…
Siz ne kadar nankörsünüz!... Allah size akıl fikir, gönül açıklığı versin!...
Sinan Meydan
26 Kasım 2010.
Kaynaklar:
[1] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamcılık, Ankara, 1972, s.65,66.
[2] Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İstanbul, 2009, s. 655.
[3] Jaeschke, age, s.64, 65.
[4] Vakit, 30 Kanunu Evvel 1928.
(5) Turgut Özakman, Cumhuriyet, II. Kitap, s.15
[6] Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden nakleden Meydan, age, s.656.
[7] A. Afet İnan, Devletçilik İlkesi, (İlk baskı 1937) Ankara, 1972, ek 7.
[8] Abdurrahman Kasapoğlu, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2006, s.390.
[9] Ali Metin Çavuş’tan nakleden Yurdakul Yurdakul, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, İstanbul, 2005, s.156.
[10] Kasapoğlu, age, s.390, Meydan, age, s.656,657.
[11] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.657 vd.
(12) İbrahim Ural, Bu da Bilmediklerimiz, İstanbul, 2009, s.24, 25.