ATATÜRK, KUVAYI MİLLİYE VE KURTULUŞ SAVAŞI
Dönemin koşulları dikkate alındığında, 20. yüzyılın ilk
ve en önemli antiemperyalist mücadelesi olan Türk Kurtuluş
Savaşı’nın kazanılması, neresinden bakarsanız bakın imkânsız
görünmektedir. Bu nedenle, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında
pek çok kişi, İngiliz veya Amerikan mandası altına girmek
gerektiğini savunmuştur.
1918 Kasım’ında başlayan İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri
karşısında genellikle sessiz kalan Anadolu insanı, 15 Mayıs
1919’da İzmir’in Yunanistan tarafından işgaline büyük tepki
göstermiştir. Batıda Yunan işgallerine duyulan tepki, doğuda Ermeni
işgallerine duyulmuştur.
Kanlı Yunan işgalleri karşısında ortaya çıkan Kuvayı Milliye
Hareketi bile emperyalist İtilaf devletlerine karşı değil, doğrudan
doğruya Yunan zulmüne karşı bir direniş hareketidir. Hatta bazı
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayı Milliyeciler, kanlı Yunan
işgalleri karşısında Anadolu’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan
işgal güçlerinden yardım istemiştir.
Osmanlı Padişahı Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, kurtuluşu,
“İngiliz merhametine sığınmakta” aramışlar, Gotthard
Jaeschke’nin dediği gibi, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna
kadar İngilizlere yalvarıp yakarmışlardır.
Bu durum Mondros Ateşkes Antlaşması’nın sonrasındaki
işgallerin “doğru okunamadığını” göstermektedir.
Anadolu direnişi, ancak Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da
Samsun’a çıkmasından sonra emperyalizme karşı “topyekûn bir
mücadele” halini almıştır.
“Ya bağımsızlık ya ölüm” diyen Mustafa Kemal, Mondros
Ateşkes Antlaşması’nın metnini eline alır almaz, İngiliz emperyalizminin
İstanbul ve Boğazlarla birlikte Anadolu ve civarındaki
stratejik bölgeleri gözüne kestirdiğini anlamıştır. İşgalin yakın
olduğunu sezen Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal,
Adana’dan Genelkurmay’a ve Sadaret’e gönderdiği telgraflarla
Osmanlı yöneticilerini defalarca uyarmış ve herhangi bir işgal
durumunda “düşmana ateşle karşılık vereceğini” belirtmiştir.
Ancak, İtilaf devletlerinin işgallerinin geçici olduğunu düşünen
Osmanlı yöneticileri, Mustafa Kemal’in “uyarılarına” kulak tıkamışlar
ve “düşmana silahla karşı koymaktan” söz ettiği için
kendisini görevden alıp İstanbul’a çağırmışlardır.
Yüzlerce yıllık Doğu Sorunu’nun, Türkleri Anadolu’dan atmadan
bitmeyeceğini çok iyi bilen Mustafa Kemal, Enver Paşa
gibi Osmanlı yöneticilerinin Turan ellerinde, Arap çöllerinde gelecek
aradıkları bir dönemde, hatta çok daha önce, ürperten bir
soğukkanlılıkla ve gerçekçilikle “Türklerin Anadolu için mücadele
etmeleri gerektiğini” belirtmiştir ve kendisi de hep bu doğrultuda
mücadele etmiştir.
“Anadolu direnişi” düşüncesini ilk defa somut olarak ifade
eden ve bu doğrultuda eyleme geçen kişi Mustafa Kemal’dir.
I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Arap çöllerine taarruz etmeyi,
“Anadolu dışında kaybedecek tek bir askerimiz bile yoktur”
diyerek reddeden Mustafa Kemal, tüm orduların perperişan bir
halde yenilip dağıldıkları Suriye cephesinde, emrindeki bir avuç
vatan evladıyla devasa İngiliz ordusuna direnmiş ve Anadolu’nun
güney sınırını “süngüyle çizmiştir” .
Yıldırım Orduları Komutanı olarak Adana’da bulunduğu
sırada Ali Fuat Paşa’yı “ilk direniş yuvalarını” kurmakla görevlendiren
Mustafa Kemal, İstanbul’a geldikten sonra da aralıksız
olarak Türkiye’yi emperyalizmin kıskacından kurtarmanın hesaplarını
yapmıştır. 13 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’a kadarki
altı aylık sürede her yolu deneyerek, bir taraftan ülkenin kaderinde
söz sahibi olabileceği bir makama gelmek istemiş, diğer
taraftan da Şişli’deki evinde, gece gündüz demeden “gizli kurtuluş
planları” yapmıştır. Osmanlı yöneticileri tarafından adeta
kaderine terk edilen, Mondros Ateşkes Antlaşması gereği orduları
dağıtılan, silahları elinden alınan ülkenin Savaş Bakanlığı’na
gelebilmek için çok çaba sarf etmiştir; fakat herhangi bir sonuç
alamamıştır. Bu arada, asker-sivil tüm tanıdıklarıyla gizli görüş557
meler yaparak vatanın kurtuluşu konusunda fikir alışverişinde
bulunmuştur.
İtilaf devletlerinin gövde gösterisi yaparak kontrol ettikleri
ve tüm “ulusalcıları” tutuklayıp önce Bekir ağa zindanlarına
sonra da Malta’ya sürgün ettikleri bir ortamda Mustafa Kemal,
İtilaf devletleriyle kurduğu “denge siyaseti” ve “ince İngiliz politikası”
sayesinde, altı ay boyunca tutuklanmadan İstanbul’da
kurtuluş planlarının ayrıntıları üzerinde çalışmıştır. Anadolu’ya
geçinceye kadar Mustafa Kemal’den şüphelenmeyen İngilizler,
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçip büyük bir hızla Milli Hareketi
örgütlemeye başladığında onu etkisizleştirmek için akla gelen
her yolu denemişlerdir.
Mustafa Kemal, İstanbul’daki bu altı aylık sürede, daha
önce değişik cephelerden tanığı, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele),
Rauf (Orbay), Kazım Karabekir ve İsmet (İnönü) ile gizlice görüşerek
Anadolu direnişi konusunda anlaşmış ve her biriyle ayrı
ayrı planlar yapmıştır. Böylece, Mustafa Kemal, daha Samsun’a
çıkmadan önce İstanbul’da bir “kurtuluş ekibi” oluşturmuştur.
Mustafa Kemal’in, İstanbul’da Şişli’deki evinde yapılan
“gizli kurtuluş planları” gereği belirlenen zamanda Anadolu’ya
geçen kurtuluş ekibindeki komutanlar, direniş hazırlıkları yaparak
Mustafa Kemal’i beklemeye başlamışlardır. Ali Fuat ve
Kazım Karabekir Paşalar Mustafa Kemal’den önce, Refet Paşa,
Mustafa Kemal’le birlikte, Rauf Bey ve İsmet Paşa ise Mustafa
Kemal’den sonra Anadolu’ya geçerek Milli Harekete katılmışlardır.
İstanbul’daki yoğun girişimlerinin sonuç vermesini ve en
uygun zamanı bekleyen Mustafa Kemal de şartların olgunlaşmasıyla
birlikte 19 Mayıs 1919’da “ordu müfettişliği” göreviyle
Anadolu’ya çıkmıştır. Böylece liderin de katılımıyla ekip tamamlanmıştır.
Şişli’deki evde iskeleti belirlenen “kurtuluş ekibi”, Amasya’da
bir araya gelerek, Mustafa Kemal’in hazırladığı Amasya
Genelgesi’ni imzalamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın amaç, gerekçe ve
yöntemini ortaya koyan Amasya Genelgesi’nin yayımlanmasıyla
Anadolu direnişi resmen başlamıştır.
“Atatürksüz bir Cumhuriyet Tarihi” yazma sevdasında
olanların “temelsiz iddialarına” karşın “Kurtuluş Savaşı”, gerçek
anlamda Mustafa Kemal’in öngörüleri, çalışmaları, hazırlıkları
ve planlarıyla başlamış, yürütülmüş ve kazanılmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın “ilk kıvılcımları” olan Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri ve Kuvayı Milliye Hareketi, Mustafa Kemal’in
çalışmaları ve örgütçülüğü sayesinde genişlemiş, etkinlik kazanmış
ve ciddi bir güç haline gelmiştir. Sadece Yunanlıları düşman
olarak gören ve bu doğrultuda bölgesel direniş mücadelesi veren
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayı Milliye, Mustafa
Kemal’in çalışmaları sonrasında merkezileştirilerek Türkiye’nin
tam bağımsızlığını sağlamaya yönelik bir güç haline getirilmiştir.
Ayrıca, Mustafa Kemal de yola bir Kuvayı Milliyeci olarak çıkmıştır.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmadan önce İstanbul’da
kaldığı altı ay boyunca yaptığı çalışmalar, hazırlıklar ve gizli
planlar, “Kurtuluş Savaşı’nın bilinmeyen altyapısını” oluşturmaktadır.
İşte bu hazırlıklar dolayısıyladır ki, Mustafa Kemal
Anadolu’ya geçtikten sonra Milli Hareketi çok çabuk ve etkili
bir şekilde örgütleyebilmiştir.
Eğer, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 öncesindeki bu” ilk
hazırlıkları” olmasaydı, ne Kuvayı Milliye’den düzenli orduya
geçilebilir, ne kongreler düzenlenebilir, ne Ankara’nın merkezinde
TBMM açılabilir, ne de Yunan ordusu yenilip Anadolu düşmandan
temizlenebilirdi…
Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal’in önderliğinde, fedakâr
Anadolu insanının özverisiyle kazanılmış dünya tarihinin en
büyük zaferlerinden biridir. “Kurtuluş Savaşı sadece bir Türk-
Yunan savaşıdır” diyerek bu savaşı küçümsemek isteyen zavallıların
belirli bir amaç doğrultusunda bu iddiayı ortaya attıkları
unutulmamalıdır.
“Osmanlı Padişahı Vahdettin’in Mustafa Kemal’i, Kurtuluş
Savaşı’nı başlatması için Anadolu’ya gönderdiği” tezi, ya559
kın tarihin “en güdük” ve hatta “en komik” tezlerinden biridir.
Tahta çıkar çıkmaz umudunu İngilizlere bağlayan; İngilizleri
kızdıracak, küstürecek ve öfkelendirecek her şeyden uzak duran
Padişah Vahdettin’in kurtuluş planı, “düşmanla göğüs göğüse
çarpışmak” değil, “Türkiye’yi bütün kurumlarıyla 15 yıllığına
İngiliz yönetimine vermektir.”
İngiliz yalakası Sadrazam Damat Ferit’le elele vererek Milli
Hareketi yok etmek için her yolu deneyen Padişah Vahdettin’e
Kurtuluş Savaşı’ndan paye vermek, her şeyden önce Mustafa
Kemal’in, silah arkadaşlarının ve Kurtuluş Savaşı kahramanı
şehitlerimizin ruhlarını rahatsız edecek bir yaklaşımdır.
Bugün Misak-ı Milli sınırları içinde başı dik ve bağımsız
yaşayan Türk ulusu, bu onuru, Mustafa Kemal’in düşünceleri
ve çalışmalarıyla biçimlenen, “gizli kurtuluş planlarına” borçlu
olduğunu asla unutmamalısın!…
Sinan Meydan