BÜYÜK KUMPAS: TÜRKİYE'DE KARŞI DEVRİM VE TAYYİP ERDOĞAN Her şey Atatürk’ün ölümünden sonra başladı. Atatürk’ün sağlığında Türkiye’yi kontrol altında tutmayı amaçlayan “büyük kumpası” uygulamaya koyamayan emperyalist Batı, Atatürk’ün hastalığının ilerlediği 1938 yılının ortalarından itibaren “büyük kumpas”ın ilk adımlarını atmıştır.
1950 kırılma yılıdır. Büyük kumpas, 1950’de ABD tarafından büyük bir ustalıkla uygulamaya koyulmuştur.
1946 yılına eski CHP’li toprak ağası Adnan Menderes, mecliste “toprak reformu” görüşülürken CHP’den ayrılarak DP’yi kurmuştur. .
ABD’nin planı şuydu:
1. Toprak ağası, para babası ve Atatürk devrimini özümsememiş, içine sindirmemiş bir adam Adnan Menderes’i kullanmak.
2. İsmet Paşa’nın liderliğindeki CHP’nin 1930’lardan sonraki yanlış politikaları ve CHP’nin bu politikalarından doğan memnuniyetsiz halk kitlesinden yararlamak.
3. Aydınlanmamış halk kitlelerinin, cumhuriyet düşmanı “irticai çevrelerin” de bilinçli kışkırtmasıyla kolayca dinsel propogandaya alet olmasından yararlanmak.
İşte ABD tüm bu koşulları kullanarak toprak ağası, para babası, din bezirganı, karşı devrimci Adnan Menderes’i kullanmaya karar vermiştir. Menderes’in DP’si her bakımdan ABD tarafından desteklenmiştir.
Bu süreçte toprak ağası para babası, din bezirganı Menderes’de boş durmamış, çevresine topladığı “küskün CHP’lilerle ve başka para babalarıyla CHP’nin açıklarını kullanmaya başlamıştır. Öncelikle aydınlanmamış geniş halk kitlelerine onların en kolay anladıkları dille seslenmiş, tüm konuşmalarında bolca dinden söz etmiş, DP’nin dindar, CHP’nin dinsiz olduğunu ima etmiştir. Bu yoğun dinsel söylem ABD’nin bol keseden yaptığı dolarla da birleşince DP’nin kısa sürede geniş halk kitlelerinin desteğini alması da gecikmemiştir.
1950’de iktidara gelen DP karşı devrimin kalesi haline gelmiştir. Zavallı halkımız, toprak ağası, para babası, din bezirganı, ABD güdümlü, Atatürk aydınlanmasını anlamakta aciz bir adama “evliya” gözüyle bakmaya başlamıştır. Bu ortamda DP Türkiye’deki cemaatleri yeniden diriltmiş, onları oy kapısı olarak değerlendirmiştir.
ABD’nin, Menderes’in DP’si sayesinde ektiği karşı devrim tohumları, 10 yıl aralıklarla yapılan üç darbenin ardından yeşermeye başlamıştır.
Menderes’i, Demirel, Özal, Erbakan ve Tayyip izlemiştir.
Yıllar sonra bir seçim kampanyasına Türk halkını aptal yerine koyarcasına “milletin adamları” diye topluma sunulan bu isimlerin çok şaşırtan ortak özellikleri vardır:
1. Hepsi Atatürk aydınlanmasını anlamaktan acizdir.
2. Hepsi oy uğruna din istismarı yapmıştır.
3. Hepsi ABD güdümlüdür.
12 Eylül 1980 “büyük kumpas” projesi için bir milattır. 12 Eylül’den sonra Türk aydınlanmasının kalan damarlarının da kesilmesi, dinsel söylemin neredeyse resmi söylem haline getirilmesi, tarikatlara akıl almaz ödünlerin verilmesi, Atatürk aydınlanmasının diktatörlük, Batı hayranlığı, köklerden kopma, tarihe düşmanlık ve dinsizlik olarak topluma anlatılması ve 80 sonrasında Türkiye’yi yöneten tüm iktidarların ABD’ye göbekten bağlanmaları, Türkiye’yi 28 Şubat sürecine kadar getirmiştir.
Aydınlanması durdurulan, solu yok edilen, kitapları toplanıp yakılan, gençleri idam edilen, kendine güveni bitirilen Türkiye 2000’lerin başına gelindiğinde sadece “dinsel söylemin prim yaptığı”, sokaklarında imam kılıklı yobaz kıyafetli insanların dolaştığı, okulları Fethullah Gülen adlı bir dinciye teslim edildiği ve yönetimi Atatürk düşmanlarının eline geçen bir ülke haline gelmiştir.
İşte TAYYİP öyle bir ortamda Atatürk Türkiye’sinin başına geçmiştir.
Bir zamanlar Yasin el Kadı adlı bir yobazın önünde diz çöken, Atatürk’ü ve onun kurduğu çağdaş cumhuriyeti içine sindiremeyen, dini kullanarak halkı kandırarak iktidara gelen Tayyip tüm çocuklarını ABD’de okuturken, bir oğluna milyonlarca dolarlık gemi alacak kadar servet sahibi olmuştur.
Peki ama neden bu halk bu Tayyip’e yüzde kırk altı oy vermiştir?
Çok basit: 50 yıldır bilinçli olarak aydınlatılmadığı için!
Ve geldiğimiz noktada Tayyip, emperyalist “büyük kumpasın” kullandığı “karşı devrimin” ulaştığı son noktadır. Tayyip sebep değil sonuçtur. 50 yıllık oyunun son perdesidir.
Ancak bu ülkede tüm bu oyunun farkında olan insanların sayısı hiç de az değildir. Türk gençliği, Atatürk’ün bursa nutkunu ve gençliğe hitabesini henüz unutmamıştır.
Bu ulus, nasıl ki Kurtuluş Savaşı’nda dışarıda emperyalist güçlere, içeride teslimiyetçi, çıkarcı yobaza karşı mücadele ettiyse şimdi de ABD emperyalizmine ve yobaz istilasına karşı vatanını ve dinini koruyacak güçtedir.
Bir çift laf ta satılmış basına: Orhan Pamuk davasında “düşünce özgürlüğü,” diye mahkeme kapılarına koşturanların “İlhan Selçuk’un” karga tulumba göz altına alnmasına ses çıkarmamaları nasıl açıklanabilir? Emre Aközler, Fehmi Korular, Nazlı Ilıcaklar, Ergun Babahanlar… Sizi gidi çakallar, sizi gidi köşeciler, sizi gidi cepciler: Bu saltanatınızın sonu geldiğinde ne yazacağınızı çok merak ediyorum doğrusu!
Türk gençliği, artık uyan! Vatanını ve dinini “yobaz istilasından” kurtar… Atatürk’ün dediği gibi: “Ey Türk gençliği. Birinci vazifen Türk istiklalini ve Türk cumhuriyetini kurtarmaktır, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Atatürk yaşasaydı yukarıdaki sözünden dolayı “Ergenekon Çetesi” kapsamında onu da gözaltına alırlardı herhalde!
Tayyip…İlhan Selçük’u ortadan kaldırarak Atatürkçü sesi yok edeceğini mi zannediyorsun?
Unutma ki bu topraklarda İlhan Selçuklar bitmez…
İnanmazsan akıl hocan Prof Ahmet Davutoğlu’na sor…Yıllar önce dinci bir vakıf olan İlim ve Sanat Vakfı’ndaki “irtica kokan” derslerinden birinde Türkiye tarihi anlatıyordu.
Not: Dışişleri Bakanı Prof.Dr.Ahmet Davutoğlu da bir araştırılsın…Yıllar önce "irticai" Bilim ve Sanat Vakfı'nda dersler vermiş midir? O derslerde neler anlatmıştır....?