ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ SAİDİ NURSİ ARAŞTIRMA MERKEZİ Mİ OLUYOR?
AKP’nin Eğitimdeki Kadrolaşması’nın Amacı Ne?
AKP’ye yönelik en ciddi eleştirilerden biri, “AKP’nin, ‘siyasal İslamcı’ ve hatta ‘şeriatçı’ bir dünya görüşüne sahip olduğu” ve bu doğrultuda, iktidar olduğu 2002 yılından bu yana Türkiye tarihinde daha önce görülmedik bir şekilde kadrolaştığıdır. AKP’nin “çılgınca” kadrolaştığı bilinen bir gerçektir. Ancak bu kadrolaşmanın özellikle “eğitim” ve “kültür” alanında yoğunlaşması, kimi çevreler tarafından “Karşı devrime hazırlık” olarak yorumlanmaktadır. AKP kökenli Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı tartışmalı rektör atamalarından, imam Hatip kökenli din dersi öğretmenlerinin okul müdürü atanmalarına kadar bu konuda pek çok örnek vermek mümkündür.
Atatürk Araştırma Merkezi’nin Başına Neden Nurcu Profesör Atandı?
Ancak AKP’nin en “ilginç” ve “düşündürücü” atamalarından biri Başbakanlığa bağlı Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na yaptığı atamadır. CHP’nin, gensoru vermesine yol açacak kadar “tepki duyduğu” bu atama, kimi çevrelerin, “AKP karşı devrime hazırlık yapıyor…” endişelerini haklı çıkaran türdendir!
Başbakanlığa bağlı Atatürk Araştırma Merkezi’nin başına atanan kişi, Said-i Nursi uzmanı Prof. Dr. Cezmi Eraslan’dır. Durum böyle olunca, insanın aklına ister istemez, “Yoksa bu atamanın amacı, Atatürk Araştırma Merkezi’ni, Atatürk’ü araştıramaz hale getirmek mi?” diye sormak geliyor!
Prof. Dr. Cezmi Eraslan’ın kim olduğuna geçmeden önce Atatürk Araştırma Merkezi’ni biraz inceleyelim Atatürk Araştırma Merkezi, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra Kenan Evren’in Atatürkçülük anlayışı doğrultusunda toplumu biçimlendirmek amacıyla oluşturulan kurumlardan biridir.
“Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 134.maddesi uyarınca, 2876 sayılı kanunla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun kuruluşuna dahil, tüzel kişiliğe sahip, bilimsel hizmet ve faaliyetlerde bulunmak üzere 1983 yılında kurulmuştur. Merkezin kuruluş amacı Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve bu konuda yayımlar yapmaktır.” (http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=29)
Burada asıl üzerinde durulması gereken nokta Atatürk Araştırma Merkezi’nin, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na (AKDTYK) “dahil” olmasıdır. Çünkü AKDTYK, 12 Eylülcülerin, “Amerikan istekleri doğrultusunda bir Atatürk yaratmak” ve bunu topluma belletmek amacıyla kurdukları bir kurmudur.
Kemlizm’den Kurtularak Mutlu Olmak İsteyenlerin Kurumu
Türkiye’de MEB’in hazırlattığı tarih kitaplarını inceleyen E. Copeaux, AKDTYK hakkında ilginç tesbitler yapmıştır: Copeaux, Türk-İslam Sentezcilerinin üzerinde yoğunlaştıkları Malazgirt Zaferi’nin ve Haçlı tehlikesinin, 1945 sonrasında öne çıkarıldığını ve bu dönemden sonra tarih kitaplarında “Kemalist ideolojik düzeneğin kalmadığını”, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra Türkiye’nin kültür ve eğitim politkalarını yukarıdan denetlemek için kurulmuş Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’nda, Aydınlar Ocağı kurucusu ve Türkiye gazetesi yazarlarının etkin olduklarını, 1990’lardaki tarih kitapları yazarlarının AKDTYK üyesi olduklarını, bunlardan Altan Deliorman’ın Aydınlar Ocağı kurucu üyesi de olduğunu; bu yazarların özel sohbetlerinde, “Kemalizm’den kurtulabilseler mutlu olacaklarını” söylediklerini, bu dönemde “Kemalist olmayan bir kimlik olayı” diye tanımladıkları “fetih” kavramının baş gösterdiğini belirtmiş ve Türk-İslam Sentezi’ni, “sağcı, tutucu ve milliyetçi” bir akım olarak tanımlamıştır. Copeaux, 12 Eylül sonrasında AKDTYK tarfından biçimlendirilen Türk İslam Sentezi’ni yerleştirme sürecinde Atatürk karşıtı kültür politiklarının bile Atatürk’e atıf yapılarak yerleştirilmek istendiğini şaşkınlıkla tespit etmiştir: “Bu tarihsel dönemlerin anlatıldığı bölümlerde Mustafa Kemal’den alıntıların yer alması bir çelişkidir. Çünkü Türklerin İslam’la kucaklaşarak yagılarını değiştirdikleri bir dönem ve yazarların 1976’dan beri öğrencilere milliyetleriyle dinlerinin birbirinden ayrılamaycağını, laik ve Kemalist öze ters düşen sözlerle açıkladıkları bir ders söz konusudur” demiştir.[1] Burada sözü geçen Türkiye gazetesi yazarlarının, Yeni Forum’da CIA ajanı Paul Henze ile birlikte yazı yazdıkları ve bu derginin ABD’nin CIA benzeri NED adlı örgütünden para yardımı aldığını da belirtelim.[2]
Türk-İslam Sentezi’nin, Türkiye’de “resmi ideoloji” haline gelmesini sağlayan 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. 12 Eylül’den sonra Aydınlar Ocağı, 1986 yılında bir “Milli Mutabakat Çağrısı” hazırlamış ve Devlet Planlama Teşkilatı’na görüşlerini kabul ettirmiştir. Böylece Türk-İslam Sentezciler, devletin çeşitli kültür kurumlarında görev almışlardır. Ayrıca Atatürk’ün, Türk Tarih Tezi’ni “bilimsel” bir şekilde araştırıp geliştirmek için özerk bir yapıda kurduğu Tarihve Dil Kurumları devletdenetimi altına alınmıştır.
Amaç “Kenanist Kemalistler” Yetiştirmek
Özetle, Atatürk Araştırma Merkezi, 1980 sonrasında, Doğu Perinçek’in dediği gibi “Kenanist Kemalistler” yetiştirmek amacıyla kurulan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTK)na dahil bir teşkilattır. Amacı, yine o günlerde kurulan Aydınlar Ocağı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü (TKAE) ve Türkiye gazetesi gibi ABD çıkarlarına hizmet edecek olan Türk İslam Sentezi’ni yerleştirmektir.[3]
İşte, “Nurcu” diye bilinen Prof. Dr. Cezmi Eraslan, AKP tarafından bu Atatürk Araştırma Merkezi’nin başkanlığına getirlmiştir.
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Atatürk’ü Ne Kadar Tanıyor?
Peki ama Cezmi Etaslan kimdir? 1961 doğumlu olan Eraslan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra 1989 yılında, İngiliz arşiv ve kütüphanelerinde araştırma yapmak üzere Londra'da bulunmuş. Nisan 1991'de “II. Abdülhamid Devrinde Osmanlı Devleti'nin İslam Birliği Siyaseti” adlı tezini vererek Tarih Doktoru ünvanını almıştır. Yani, AKP’nin Atatürk Araştırma Merkezi başkanlığına getirdiği Eraslan’ın doktorası Atatürk üzerine değil II. Abdülhamit üzerinedir. Prof Eraslan’ın yayınlanmış eserleri ise şunlardır: 1. II.Abdülhamid ve İslam Birliği, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1992, (ikinci bs. 1995), 2. Doğruları ve Yanlışları ile II. Abdülhamid, Nesil Yayınevi, İstanbul 1996, 3. Yakın Dönem Türk Düşüncesinde Halkçılık ve Atatürk, Kum saati Yayınları, İstanbul 2003, 4. Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet ve Parlamento (Yrd. Doç. Dr. Kenan Olgun ile birlikte), 3F Yayınları, İstanbul 2006. Yani, AKP’nin Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na layık gördüğü Prof Dr. Cezmi Eraslan’ın “doğrudan Atatürk’le ilgili sadece yayınlanmış “bir” kitabı vardır.
Peki ama durum bu kadar açıkken, Türkiye’de onlarca Atatürk uzmanı tarihçi/akademsiyen varken, AKP neden ısrarla Atatürk Araştırma Merkezi’nin başına Prof. Dr. Cezmi Eraslan’ı getirmek istemiştir?
İşte bu kritik sorunun cevabı Türkiye’nin bugün geldiği noktayı görmek bakımından çok ama çok önemlidir.
Çünkü, Prof Dr. Cezmi Erslan, İslam Birliği ve II. Abdülhamit konularında çalışan, Said-i Nursi’yi parlatmak için elinden geleni ardına koymayan bir Cumhuriyet Tarihi Profesörü’dür. Bence, bu “önemli” göreve tercih edilmesinin temel nedeni özetle “cemaate yakın olmasıdır.” Aslında Atatürk Araştırma Merkezi’nin kuruluş amacı dikkate alındığında II. Abdülhamti ve Nur uzmanı Prof Cezmi eraslan’ın bu göreve getirilmesi “tencere kapak” misali bir durum yaratmıştır!
Kurtuluş Savaşı, Said-i Nursi ve Prof. Cezmi Eraslan
Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı çevrelerin bayrağı haline getirilen Said-i Nursi konusunda müthiş bir bilgi kirliliği vardır. Onunla ilgili kitaplarda efsaneyle-tarih iç içe geçirilmiş, tarih bilinçli olarak çarpıtılmıştır. Tüm bu çarpıtmaların amacı bir taraftan Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmak diğer taraftan da Said-i Nursi’ye bu kutsal savaştan paye vermektir.
Said-i Nursi’nin, Kurtuluş Savaşı’na destek olduğu iddiası Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “kurgulanmıştır.” 1950’lerden sonra Türkiye’nin Amerikan çıkarları doğrultusunda İslamlaştırılmasıprojesi çerçevesinde de bu kurmaca tez zorlama yorumlarla topluma enjekte edilmeye çalışılmıştır. Özellikle 12 Eylül 1980’den sonra köklü üniversitelerin İnkılâp Tarihi kürsülerini ele geçiren “Said-i Nursi sempatizanı” akademisyenlerce işlenen bu tez, uluslararası bir boyut kazanan Said-i Nursi konferanslarında dile getirilmiştir.
Örneğin, Atatürk’ün üniversite reformuyla kurduğu ve Türkiye’nin en köklü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nin Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr. Cezmi Eraslan 1995’te İstanbul’da toplanan Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansı’na “Milli Mücadelede Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı bir bildiri sunmuştur. Prof Eraslan bildirisinde, “Nursi’nin risaleleri İstanbul Hükümetinin fetvalarına karşı Ankara’yı rahatlattı. Atatürk de Nursi’nin mücadelesini gördü ve onu Ankara’ya çağırdı” demiştir.[4] Eraslan ayrıca Hatuvvat-ı Sitte’nin Kurtuluş Savaşı’na psikolojik bir destek sağladığını ileri sürerek uzun uzun bu durumu ayrıntılandırma yoluna gitmiştir.[5] Prof Eraslan aynı bildirisinde Türk devrim tarihini alt üst etmeye de devam etmiştir.
19 Mayıs 1919’un Kurtuluş Savaşı’nın ikinci aşaması olduğunu belirten Prof. Eraslan, böylece bir taraftan Said-i Nursi’ye Kurtuluş Savaşı’ndan paye verirken diğer taraftan da Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmayı amaçlamıştır. Yani bir taşla iki kuş...
Yakın tarihi tersyüz eden Prof Cezmi Eraslan’ın, adeta ödüllendirilircesine önce Genelkurmay direktifiyle kurulan Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAREM) üyeliğine daha sonra da Başbakanlığa bağlı Atatürk Araştırmaları Merkezi’nin başına getirilmek istenmesi nasıl açıklanabilir?[6]
Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na Katkısı Masalı
1920, 21 yıllarında Anadolu işgal altındadır. Mustafa Kemal Paşa bir taraftan kelle koltukta halkı örgütlemeye çalışırken diğer taraftan İstanbul kaynaklı nifak hareketlerini etkisizleştirmeye çalışmaktadır. İngiliz destekli Şeyhülislam fetvalarıyla Mustafa Kemal ve silah arkadaşları idama mahkûm edilirken, padişahın da onayıyla kurulan ve işgalci İngiliz istihbaratının desteğiyle eğitilen, saray altınlarıyla finanse edilen ve ulusalcı güçlere acımasızca saldıran Kuva-i İnzibati’ye karşı mücadele edilmektedir.
Türk’ün ateşle imtihan edildiği o günlerde Said-i Nursi nerededir?
Said-i Nursi bu dönemde İstanbul’da Kuva-i Milliye ile alakası olmayan örgütlere katılmıştır. Kürdistan Teali Cemiyeti, Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti), Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet’ül İslam gibi örgütlerde yer almıştır. Ancak bu örgütlerin çoğu, Mondros sonrasında, işgalcilere yardım etmek amacıyla kurulan zararlı cemiyetlerdendir.
Said-i Nursi o zor Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da Sunuhat(1920), Hakikat Çekirdekleri(1920), Nokta(1921), Rumuz(1922), İşaret(1922)gibi risaleler (küçük kitaplar) de yayınlamıştır. Nursi, bu eserlerinde Osmanlı’nın çöküşünü Jön Türklerin İslam’dan uzaklaşmalarına bağlamıştır.[7]
İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlğı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır.[8] Bu cemiyetin düzenlediği Koçgiri Ayaklanması ulusalcı güçleri bir hayli uğraştırmıştır.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için harekete geçmişler ve bu amaçla Kürdistan Teali Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Bu cemiyetin kurucuları arasında Saidi Nursi de bulunmaktaydı. Saidi Nursi diğer kurucular olan Müküslü Hamza, Botkili Halil İbrahim Bey’lerle birlikte Kürdistan’ı kurmak amacıyla kurulan bu cemiyete üye kaydetmekteydi. Bu cemiyetin kurucuları arasında Bedirhan Emin Ali, Dersimli Miralay Halil Paşa, Ulemadan Hoca Ali, Mehmet Şükrü Sekban, Babanzade Fuat, Babanzade Şükrü gibi isimler de bulunmaktaydı. Kürdistan Teali Cemiyeti’ne yönetim kurulu üyesi seçilen bu üyeler işgal güçlerinin ABD, İngiliz ve Fransız komiserlerini ziyaret ederek görüşmelerde bulundular. ABD siyasi komiseri ile yapılan görüşmeye Seyyid Abdulkadir, Emir Ali Bedirhan, Mehmet Şükrü (prof)’nün yanı sıra, ittihatçıların güçlü zamanında kavmiyetçiliği reddeden daha sonra ise “sıkı bir kavmiyetçi olan” Saidi Nursi de katıldı. Nursi ve arkadaşları
ABD’li komiserden “Kürt milli haklarının sağlanması konusunda kendilerine yardımcı olmalarını” istediler.[9] Yani işgalci komutanı ziyaretin tek amacı “Kürt halkına ve kurulacak Kürt devletine yardımcı” olmalarını istemekti. Saidi Nursi işgali otoriteye, emperyalizme direnmemiş, başkaldırmamış, Kürt halkının hakları konusunda isteklerde bulunmuştu.
Saidi Nursi’nin işgalci güçlerin emperyalist amaçlarına karşı çıkmak yerine onlarla “uyum içinde olması” hatta onları Müslümanlar için kurtarıcı olarak görmesine güzel bir örnek de onun şu ifadeleridir:
“…Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükünet ve müsalaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan müddeayı isbat ediyor, kuvvetli şahit olur.”[10] Saidi Nursi, bu sözlerinde, “Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıktığını,Amerika’nın, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdiğini,Amerika’nın yeni doğan İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak ettiğini” bütün dünyaya ilan ediyor. Saidi Nursi’ye göre bütün “Müslümanları okşayan Hristiyan Amerika, dünyanın en büyük devleti olarak aynı zamanda baş otorite idi. Nursi’nin bu sözleri bugün onun yolundan giden Fethullh Gülen’in sözlerine ve yaşam biçimine nasılda güzel örnek oluşturuyor!
Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık döneminde toplanan ve bağımsızlık için neler yapılması gerektiğini kararlaştıran Erzurum ve Sivas Kongrelerini destekleyici hiçbir girişimi yoktur. Ancak ileride görüleceği gibi o günlerde çok sayıda gerçek din adamı bu kongrelerin kazasız belasız toplanabilmesi için canla başla çalışmışlar, kongrelere delege olarak katılmışlar, Kurtuluş Savaşı boyunca hep Atatürk’ün yanında yer almışlardır.
Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı karşısındaki tavrı bu kadar açıkken, bazı çevreler, adeta tarihi tersyüz ederek, Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı yıllarında kaleme aldığı bir yazıyı kanıt gösterip onun Kurtuluş Savaşı’na çok büyük katkı sağladığını iddia etme aymazlığını gösterebilmektedirler.
Hutuvvat-ı Sitte’nin Abartılan Rolü
Said-i Nursi, Darül Hikmet-i İslamiye’de görevliyken İstanbul Müftüsü Dürrizade’nin Anadolu’daki ulusalcıları dinsiz, zındık ilan eden ve dinen idam edilmelerinin caiz olduğunu ileri süren fetvasına karşılık “Hutuvvat-ı Sitte” adlı bir kitapçık yayınlamıştır. İşte bazı çevreler, Said-i Nursi’nin ulusal kuvvetlere karşı yapmadığını bırakmayan örgütlerin kurucusu veya yönetim kurulu üyesi olduğunu unutarak, onun kaleme aldığı bu kitapçıkla İstanbul’dan Kuva-i Milliye’ye destek olduğunu iddia etmektedirler!
Nursi, İslamcıların dört elle sarıldıkları bu kitapçığında sözü dönüp dolaştırıp “fetva ilmen geçersizdir” demeye getirmiştir. İstanbul hükümetinin ve işgalci güçlerin her türlü imkânlarını seferber ederek Anadolu’daki Ulusal Hareket’i yok etmeye çalıştığı günlerde Nursi’nin bu “ilmi” açıklamasının Kurtuluş Savaşı’na nasıl bir destek sağladığı, örneğin en basitinden ulusalcılara karşı hangi haince girişimi önlediği belirtilmemiştir.
Hükümetin idam fetvasına karşı çıkan Nursi’nin -üstelik Kürtler üzerinde bir nüfuz sahibi olduğunu da dikkate alırsak- İngilizlerin İslam dinini kullanarak Kürt aşiretlerini ayaklandırma girişimlerine engel olması, bu yönde yazılar yazması gerekmez miydi? Ama bırakın ayrılıkçı Kürt hareketlerine karşı yazı yazmayı, o bu ayrılıkçılığın odağı olan bir cemiyetin kurucu üyesi olmayı tercih etmiştir.
Ayrıca, Kurtuluş Savaşı’ndan yana bir Said-i Nursi’nin İngilizler ve İstanbul Hükümeti isteğiyle kurulan ve sayısız yurtseveri zindanlara atıp, işkenceden geçiren Kürt Nemrut Mustafa başkanlığındaki uyduruk mahkemeye de itiraz etmesi gerekmez miydi. Daha da önemlisi bu mahkeme İstanbul’daki tüm vatanseverleri, ulusalcıları toplayıp zindana tıkarken acaba neden yazdığı kitapçıkla ulusalcılara yardım ettiği söylenen Said-i Nursi’yi de tutuklayıp zindana tıkmamıştır? Ancak akıl, mantık yoksunu çevreler bu soruya da kendilerince yanıt vermişlerdir. Şöyle ki Said-i Nursi kerametini göstererek birden görünmez olmuş ve İngiliz askerlerin arasından geçip gitmiştir![11]
İslama ve İbadete Çağrı Bildirileri
Said-i Nursi’yi Kurtuluş Savaşı’na dahil ederek onurlandırma amacıyla kurgulanan tezlerden biri de Said-i Nursi’yi Ankara’ya Atatürk’ün çağırdığı iddiasıdır.[12] İddialara göre Atatürk Nursi’yi 18 defa Ankara’ya çağırmıştır! Said-i Nursi’nin Ankara’ya çağrılmasının ve Ankara’da Atatürk’le görüşmesinin sözüm ona Nursi’nin “üstün özellikleriyle” hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bilindiği gibi Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarında çok sayıda din adamını Meclis çatısı altında toplamış ve onlarla özel görüşmeler yapmıştır. Daha sonra Ankara Müftüsü olacak Rıfat Bey (Börekçi) bu din adamlarından sadece biridir. Ancak Atatürk, kısa süre içinde Said-i Nursi’nin Ulusal Hareket’in önemini kavramış ve bu harekete destek olabilecek bir yapıda olmadığını da anlamıştır.
Said-i Kürdi Ankara’ya gelince ne mi yapmıştır? “İslam’a ve İbadete Çağrı” bildirileriyle Meclis’e gelip milletvekillerini namaza çağırmıştır. Oysaki gerçek bir din adamı olarak Atatürk’ün diğer din adamlarından olduğu gibi ondan da beklentisi bu zor zamanlarda doğru telkinlerle halkı manevi bakımdan bilinçlendirmesiydi. Ancak o adeta Müslüman’a Müslüman propagandası yaparak ve İslam’ın “dinde zorlama yoktur” hükmünü hiçe sayarak milletvekillerini namaza çağıran bildiriler dağıtmayı kendine görev bilmiştir. Nursi’nin milletvekillerini namaza çağıran bildiriler dağıttığı o günlerde vatansever gerçek din adamları, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde canla başla Milli Hareket’in örgütlenmesi için çalışmaktadır. Hatta bazı din adamları bizzat cepheye giderek düşmanla vuruşmaktadır.
Said-i Nursi risalelerinde 11 yerde:
“Ankara’da Mustafa Kemal’in şiddet ve hiddetle divan-ı riyasete girip: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilaf verdin.” demekte veiki parmağını ileriye doğru uzatarak Atatürk’e: ”Paşa, Paşa, İslamiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü marduttur” dediğini iddia etmektedir.[13]
Bu anlatıma göre:
1.Said-i Nursi’yi yüksek fikirlerinden yararlanmak için Ankara’ya çağıran Atatürk’tür! Oysaki daha 1920 yılından itibaren Atatürk’ün yanında başta Rıfat Bey olmak üzere Sünni ve Alevi İslam anlayışlarını çok iyi bilen birçok din adamı vardır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul kaynaklı fetvaları etkisizleştirmek ve verilen mücadelenin dine uygun olduğunu halka anlatmak için din adamlarına ihtiyaç duymuştur. Nursi’nin Ankara’ya geldiği 1922’de ise Kurtuluş Savaşı sona ermiştir.
2.Atatürk namaza karşı çıkmıştır! Nursi’nin bu iddiası da kökten yalandır. İleride de örneklendirileceği gibi Atatürk hiçbir zaman namaza karşı olmamıştır. Annesi ve yakın dostu Fevzi Paşa başta olmak üzere akrabaları, dostları ve arkadaşları arasında çok sayıda namaz kılan vardır.
3. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur! Nursi’nin bu yorumunun da İslam diniyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bilindiği gibi İslam dininde namaz kılmamak bir farzı yerine getirmemek demektir ki bunun anlamı da dinden çıkmak veya hain olmak değil olsa olsa günahkâr olmaktır. Ancak Nursi, haddini aşarak namaz kılmayanın hain olduğunu ileri sürebilmiştir. Onun bu yorumu din dışıdır.
Said-i Nursi daha sonra da Atatürk’ün, onun kerametinden korkarak kendisinden özür dilediğini iddia etmektedir! Ancak onun bu iddialarının kendinden başka hiçbir tanığı yoktur.
Said-i Nursi Ankara’ya geldiğinde bir dinsizlik fikriyle karşılaştığını belirtmekte ve Ankara’dan ayrılmasını bu “dinsiz atmosfere” bağlamaktadır.
Said-i Nursi, kendi ifadelerine göre bu dinsiz atmosferin kaynağı olarak gördüğü Atatürk’ü de birçok defalar uyarmış, Nurcuların deyişiyle “Atatürk’e ders vermiştir”! Örneğin bir keresinde Atatürk’e, “içindeki şöhret hissini tatmin etmek istiyorsa bunu gayrimüslimleri ve haylaz kimseleri memnun edecek hareketlerle değil de bütün İslam dünyasını memnun edecek hareketlerle yapması gerektiğini” söylemiştir.[14] Nursi’nin bu sözleri, onun Atatürk’ü ve verdiği mücadeleyi hiç ama hiç anlamadığını göstermektedir. Çünkü Atatürk öncelikle gayrimüslimlere, ecnebilere karşı bir bağımsızlık savaşı vermiştir. İkincisi; işgalci İngiliz subayları ve yerli işbirlikçilerden daha “haylaz” kimse olamayacağına göre ve Atatürk onları da etkisiz hale getirdiğine göre Nursi’nin “haylaz kimseleri memnun etme” demesi de çok anlamsızdır. Ayrıca Atatürk’ün verdiği bağımsızlık mücadelesi tüm İslam dünyasını çok derinden etkilemiş, Hindistanlı Müslümanlar bu mücadeleye destek olabilmek için aralarında para toplayarak göndermişler ve Atatürk’e “Allah’ın kılıcı” unvanını vermişlerdir. Durum böyleyken Nursi’nin tüm bunlardan habersiz, Atatürk’ü, “İslam dünyasını memnun edecek hareketler yap” diye uyarmasının anlamı var mıdır?
Said-i Nursi Atatürk’ün kendisini daha sonra da Ankara’ya çağırdığını belirtmektedir. Atatürk’ün “Hutuvat-ı Sittesi”ni çok beğenerek onu ödüllendirmek için Ankara’ya çağırdığını iddia eden Nursi, ayrıca Atatürk’ün Doğu illeri genel vaizliği makamına getirmek istediği Şeyh Sünüsi’nin Kürtçe bilmemesinden dolayı Kürtçe bilen Nursi’yi bu makama atamak istediğini ileri sürmüştür. Atatürk bu görev için kendisine 150.000 lira teklif etmesine karşın güya o 5.Şua’daki haberden dolayı bu çağrıyı reddetmiştir.[15]
Peki, ama ne vardır bu 5. Şua’da?
Nursi: “Atatürk Deccal ve Süfyan’dır”
Said-i Nursi yazılarında açık, gizli şekilde birçok yerde Atatürk’e saldırmıştır.
Nursi’nin Atatürk’e yönelik saldırıları 5. Şua’yla başlamıştır.
Özetle Said-i Nursi 5. Şua’da Atatürk’e açıkça saldırmıştır. 1907 yılında yazdığını iddia ettiği 5.Şua’daki şu ifadelerin Atatürk’ü işaret ettiğini daha sonra yine bizzat Said-i Nursi belirtmiştir:
“Ahirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar alnında ‘haza kafirün’ yazılmış bulunur’ diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: ‘Bir acayip şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.’ ‘Bu cevaptan sonra bana sordular.’
“Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”
‘Dedim:’Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek; fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşallah Müslüman edecek.’
“Sonra dediler, aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile SÜFYANolduğu bilinecek.”
“Ben de cevaben dedim: ‘Bir darbı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denir. (…) İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptela olur, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.”[16]
Nurcuların, Nursi’yi aklamak için, “burada kastedilen Atatürk değildir” demelerine karşılık onları yine Said-i Nursi yalanlamaktadır. Şöyle ki Said-i Nursi Redoks’ta, Ankara’ya ikinci kez çağrıldığında neden gitmediğini açıklarken “…Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda (Atatürk) gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım” diyerek 5. Şua’daki Süfyan’ın Atatürk olduğunu ima etmiş ve “SÜFYAN ve bir İslam DECCALİNİN Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua’da anlaşılıyor”[17] diyerek de açıkça Atatürk’e süfyan ve deccal demiştir. Said-i Nursi’ye göre, Atatürk, “TEK GÖZLÜ DECCAL”dır; SÛFYAN’dır.[18]
Peki, “Tek gözlü Deccal” nedir?
“Deccal: Ahir zamanda gelecek ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edip, İslamiyeti yıkmaya çalışacak ve dünyayı fesada verecek olan çok şerli ve mutlak küfür yolunda olan, dehşetli bir şahıs” olarak bilinmektedir.[19]
Yine Said-i Nursi’ye göre Atatürk, “Nefret-i amme’ye layık adam; İslam’ın en büyük fitne-i diniyelerinden biridir.” Yani, “Halkın nefretine layık adamdır. İslam dinini yıkmaya çalışan kişilerin en büyüğüdür.”[20]
Nursi, Denizli müdafaasında da açıkça Atatürk’e saldırmış, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmaya çalışmıştır:
“Bu dehşetli kumandan(Atatürk) deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hesanelerini kendine alıp ve kendinin menfi seyyielerini o orduya vererek.(…) Ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadisin o şahsa vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müdde-i umumiye (savcıya) dedim. Gerçi onu hadislerin ihbarıyla kırıyorum; fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise bir tek dostun için Kur’an’ın bayraktarı ve âlem-i İslam’ın kahraman kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hesenelerini hiçe indiriyorsun dedim.”[21]
“Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilemez. Yalnız onun bir hissesi olabilir. Nasıl ki ordunun ganimeti malları, erzakları bir kumandan verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır.”[22]
“Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş, BİR ADAM hakkında 30 sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla KUR’AN’A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi.”[23]
Nursi, açıkça Atatürk’e dost olmadığını da söylemiştir:
“Evet, çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır.”[24]
Ayrıca Said-i Nursi, Atatürk’e cifir hesabını kullanarak da saldırmıştır.[25]
Şapkayı dinsizliğin sembolü olarak gören ve “350 bin tefsirin işaretiyle tesettüre en uygun kıyafet çarşaftır. Çarşaf, kadınların siperi ve kafesıdir”[26] diyen ve 11 aya mahkûm olan Said-i Nursi’nin “üniversite kurmak isteyen çağdaş düşünceli bir İslam âlimi olduğu” iddiaları gülünçtür. Onun kurmak istediği, üniversite adı altında eğitim öğretim verecek bir medresedir.
“...Bu şahsın (Said-i Nursi) yönettiği, körpe beyinlerin karanlık düşüncelerle köreltildiği ışık evlerinde, ‘Atatürk’ün bir gözünün öküz gözü olduğunun’ anlatıldığı herkesçe biliniyor; çünkü Said-i Nursi hazretleri, bir karşılaşmasında Atatürk’ün gözlerinden birini çıkarıp, onun yerine bir öküz gözü taktığını görmüştür! Nursi’ye göre sahtekâr doktorlar da Gazi’nin gözlerinden birinin öküz gözü olduğunu Türk milletinden saklamayı başarmışlardır.”[27]
“...İfşaatta bulunan iki öğrencinin açıklamalarından öğreniyoruz ki, Fethullah cemaatinde Cumhuriyet’in adı ‘kefere düzeni’, Atatürk’ün adı ise ‘Deccal’dir.”[28]
İşte bu Sad-i Nursi’yi “Kurtuluş Savaşı kahramanı” yapmak için bin dereden su getiren Prof. Dr. Cezmi Eraslan, AKP tarafından Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’na getirilmiştir. Bu durumda yapılması gereken, Atatürk Araştırma Merkezi’nin adını Said-i Nursi’yi Araştırma Merkezi’ne dönüştürmektir!
AKP’den bir an önce bu konuda bir adım atmasını beklemekteyim!
Sinan MEYDAN, 7 Tenmuz 2010
[1] Etienne, Copeaux, TarihDers Kitaplarında (1931-1933) Türk Tarih Tezi’nden Türk-İslam Sentezi’ne, Çev. Ali Berktay, İstanbul, 2006, s.120-204.
[2] Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2009, s.65.